Yolculuk Kendini Keşfetmek

Necdet Neydim

Yolculuk, edebiyatta kendi aramak, bulabilmek ya da kaybolmak anlamında geçerlidir. Yolcunun kaybolmamak için her ne olursa olsun geri dönebilmesi gerekir. Geri dönmek, halkanın kendini tamamlaması demektir. Kendini tamamlamak, keşfetmek, olgunlaşmak, insanlaşmak ya da kaçılan korkularla yüzleşmek, başarma duygusunu hırstan tutkuya dönüştürmek, yaşamı deneyimlemek, yenilgiler, zaferlerle karşılaşmak ve dönüşü tamamlarken o halkanın içine erdemi koyabilmek demektir.

Yola çıkanın bir amacı olmalıdır. Ya bir yere gidecektir ya da hedefsiz olarak başlayan gidiş, yolculuk içinde anlam kazanacak ve yolcu bu süreçte kendini yeniden tanımlama becerisine sahip olacaktır. Yolcu, kimi zaman zorla çıkar yolculuğa kimi zaman onu cezbeden bir şey kendine çağırır.

Masallar Hep Yolculuktur

Masallarda yola çıkan(lar) kimi zaman gideceğe yere varamadan başka cazibelerin peşinden gidip kendilerini kaybederler. Kendine ve aklına sahip çıkıp onu cezbedenlerin değil asıl tutkularının peşinden gidenler zor da olsa geri dönerler. Bu dönüş aynı zamanda bir zaferin sembolüdür çünkü dönebilen ganimetleriyle dönecektir. Ganimet kendini gerçekleştirebilme becerisidir.

Doğu masallarının en önemli yolculuk hedefi Kaf Dağı’nın ardına gitmektir ya da Alaaddin’in, lambanın ciniyle çıktığı yolculuk ya da denizler aşıp fetihler yapmasıdır. Binbir Gece Masalları çoğunlukla yolculuk masallarından oluşur. Batı masalları da benzer yolculuklar içerir. Pamuk Prenses ormana yani hayata gider. Aynı yolculuk Hanssel ve Gretel’de vardır. Kırmızı Başlıklı Kız anneannesinin yanına gider ve ormandan (hayattan) geçer. Karlar Kraliçesi’ninki de ayrı bir yolculuktur.

Fantastik ve Bilim Kurgu Yolculukları

Bu konuda en önemli yazar Jules Werne’dir. Aya Seyahat, Arzın Merkezine Seyahat, Denizler Altında 20.000 Fersah, 80 Günde Devr-i Alem hep yolculuk hikâyeleridir. Fantastik metinlerin hemen tamamına yakını yolculuktur çünkü kahramanlar en azından düzlem değiştirirler. Michael Ende’nin Bitmeyecek Öykü’sü, fantastiğin ustasından bir yolculuk öyküsüdür. Harry Potter, bir tren yolculuğudur ve bu yolculuk onun olgunlaşma sürecidir.

Çocuk edebiyatında yolculuk hikâyeleri metinler ayrıntılı incelendiğinde hayatı anlama ve kendini keşfetme olarak tanımlanabilir. Klasik örneklere baktığımızda, bunların çocuklara dönük eğitilme, cezalandırılma, olgunlaşma açısından önem taşıdığını vurgulamak gerekir. Özellikle 18. ve 19. yüzyıl metinlerinde bu yolculuklar yaramazlığın cezalandırıldığı, erken olgunlaşma ve değerlere (!) ulaşmanın ise ödüllendirildiği metinler olarak karşımıza çıkar.

Nils ve Uçan Kaz

Selma Lagerlöf 1909 da Nobel Edebiyat Ödülü’nü almış İsveçli bir yazardır. Nils ve Uçan Kaz onun klasikleşmiş bir yapıtıdır.

Nils Holgersson, yaptığı yaramazlıklarla hem insanları hem de hayvanları bezdirmiş ve herkes ondan kurtulmayı dilemeye başlamıştır. İnsanları kızdıran ve hayvanlara eziyet eden Nils, günün birinde cüce bir büyücüyü de kızdırınca onun tarafından parmak çocuğa dönüştürülür ve zorunlu, zorlu bir yolculuğa çıkar. Çiftliklerindeki erkek kaz Martin ile yaban kazlarından oluşan bir sürüye katılarak kuzeye uçar ve deneyimlerle dolu bir macera yaşamaya başlar.

Küçülünce hayvanların dilini anlamaya ve onlarla iletişim kurmaya başlayan Nils, bu süreçte karşısındakini anlamanın getirdiği bir olgunlaşmayla iletişimini daha da güçlendirir, yabancılığını aşar ve dostluklar kurmaya başlar. Bu dostluklar onlara daha çok yardım edebilme imkânı sağlar ve birlikte yolculuk yaptığı ya da karşılarına çıkan diğer hayvanlara yardım edebilme imkanını çoğaltır. İyilik onu daha fazla insan yapar ve bir ceza olan yolculuğu ödül hâline gelir. Böylece Nils yeniden doğal ölçülerine, insan hâline geri döner.

Alice Harikalar Diyarında: İmgelerle Yansıyan Dönemsel Yolculuk ve Tanıklıklar

Lewis Carroll tarafından yazılmış olan kitap, ilk kez 1865 yılında yayımlanmıştır. Fantastik bir dünyada karşısına çıkan masalsı karakterlerle alışılmadık deneyimler yaşayan Alice, o dünyada dönemin toplum yapısını fantastik bir kurgu içinde ve imgeler üzerinden yaşar.

Olay, kız kardeşi kitap okurken Alice’in can sıkıntısından uykuya dalması ile başlar. Uykuya dalan Alice, bir anda ortaya çıkan beyaz bir tavşanla karşılaşır. Tavşan, yerinde duramayan bir canlıdır ve sürekli ileri geri koşar, cep saatine bakar gergin bir şekilde çok geç olduğunu tekrarlayıp durur, ardından bir deliğe atlar. Alice, kendiliğinden onun ardından gider ve delikten aşağı düşer. Sonsuz gibi görünen tünelden düşüş bittiğinde, farklı boyutlarda birçok kilitli kapısı olan bir odaya varır.

Tüm kapıların en küçüğüne tam olarak uyan bir anahtar bulur. Alice kilidi açar ve arkasında güzel bir bahçe vardır. Ama kapı çok küçük olduğu için geçemez. Araştırırken karşısına üzerinde “Beni iç!” yazan etiket bulunan bir şişe bulur ve itaat etmeyi çok iyi öğrenmiş olan Alice, söyleneni yapar ve boyutları küçülür.

Alice bahçede yürür ve elinde saatle tavşanın evine gelir. İçeri girer ve üzerinde “Beni ye!” yazan bir not bulunan bir parça kek bulur. Bu emre de itaat eder ve büyür. Öyle büyür ki bir süre sonra tüm evi dolduran bir büyüklüğe ulaşır.

Eve gelen tavşan, devasa büyüklükteki Alice’i görünce şok olur korkuyla kaçar. En son çare olarak pastadan bir kırıntı daha yer ve yeniden küçülür. Artık nihayet evden çıkıp ormana koşabilir. Pastadan bir dilim daha yiyen Alice küçülür ve evden dışarı çıkar.

Ardı ardına sürekli maceralarla karşılaşan Alice, eve geri dönmeye çalışır ama denediği tüm çözümler ona geri dönüş imkânı sağlamaz. En sonunda bu fantastik düşten uyanır ve kendini evlerinin bahçesinde bulur.

Carroll, bu romanıyla Viktorya Dönemi İngiliz toplumuna gönderme yaparken aslında metniyle üst yapısıyla, yani fantastik macera yolculuğuyla çocuk okurları inanılmaz bir dünyaya taşır ancak aynı metin yetişkinler dünyasına alt metniyle bir dönemin sorgulamasını yapar.

Simyacı (Paulo Coelho): Hazineyi Bulmak mı Yoksa Kendini Keşfediş mi?

İspanya’da yaşamakta olan Santiago’nun rahip olmasını isteyen ailesi, onu papaz okuluna gönderir. Santiago, okul dışında babasının koyun sürüsünü otlatmaya götürür. Bu süreçte ülkenin her yanını gezer. On altı yaşına geldiğinde artık tek tutkusu yeni yerler keşfetmektir. Bunu gerçekleştirmek için rahip olma fikrinden vazgeçer ve babasına gezgin olmak istediğini söyler. Bunu saygıyla karşılayan babası ona üç adet İspanyol altını vererek dünyayı gezmesini, dış dünyayla kendi ülkesini karşılaştırarak bir fikir edinmesini ve sonra geri dönmesini söyler.

Santiago sürüsüyle birlikte terkedilmiş bir kiliseye gelir. Santiago burada bir rüya görür. Bu rüyasını tekrar görünce yorumlatmak için sevmediği hâlde bir Çingene’ye gider. Çingene ona Mısır Piramitleri’ne gitmesi gerektiğini, orada bir hazine bulacağını söyler ve bu bilgilerin karşılığında hazinenin %10’unu ister. Santiago kadının söylediklerine inanmak istemese de yola koyulmuştur. Tarifa papazından aldığı kitabı okurken yaşlı bir adamla karşılaşır ve bu adamla sohbet eder. Kendinin Salem Kralı olduğunu söyleyen bu adamın kendisiyle ilgili sorulardan rahatsız olan çoban, oradan ayrılmak ister. Ama adam on koyunundan birini bana verirsen sana gizli hazineye ulaşmak için ne yapman gerektiğini söyleyebilirim, der. Çoban adamın da dediklerine inanamamıştır. Daha bir şey diyemeden adam Santiago’nun bütün geçmişini yere yazar. Çobana “Kişisel Menkıbe”den bahseder. Daha sonra kral çobana bir hikâye anlatır. Hikâyesinde bir kral, bir genci sarayına davet eder ve genci bir teste tabi tutar. Bir yemek kaşığının içine sıvı yağ koyarak kaşığı ağzında tutarak sarayını gezmesini ister. Genç kaşığın içindeki yağın dökülmemesi için sürekli kaşığa bakarak yürür ve dökmeden 2 saat sarayda dolanır. Daha sonra kralın yanına gelir. Kral bahçesindeki ağaçları, duvardaki nadide eserleri, büyük odadaki büyülü vazoyu görüp görmediğini sorar. Hayır cevabı alınca yeniden dolaşmasını söyler. Bu kez genç adam etraftaki güzelliklere dikkatle bakar, sarayı baştan aşağı inceler. Döndüğünde ise kaşıktaki yağ dökülmüştür. Kral, Santiago’ya “Urim” ve “Tummim” adında fal bakmak için kullanılan iki taş verir. “Her zaman işaretlere dikkat et.” diye de öğüt verir. Santiago sürüsünü satarak Afrika’ya gider. Orada birçok şeyi deneyimler. Sonra bir kız görür ve âşık olur. İsminin Fatima olduğunu öğrenip onu her gün bekleyeceğini söyleyerek yanından ayrılır. İkinci gün Fatima’ya aşkını itiraf ederek kendisiyle evlenmesini ister. Artık Santiago Fatima’dan başkasını düşünemez. Santigo hayallerini bırakıp kızla evlenmek istiyorken kız gence daima hayallerinin peşinde gitmesini ve buraya geliş amacını gerçekleştirmesini söyleyince genç tüm gücünü hazinesini aramaya verir.

Daha sonra vahada bir işaret görür ve bu işareti vahaya saldırılacağı olarak yorumlanır. Bunu kabile şefine anlatır. Kabile şefi eğer savaş çıkarsa öldürülen her adam başına para alacağını söyler fakat saldırı olmazsa da çoban öldürülecektir. Bu sırada Simyacı ile tanışır ve Simyacı ona “Eğer ölmezsen çadırıma gel.” der. Sabah Al Fayoum’a baskı düzenlenir. Fatima’ya mutlaka geri geleceğini söyleyerek simyacının çadırına gider. Sonunda bir manastıra varırlar. Burada Simyacı’nın kurşunu altına çevirdiğine şahit olur. Simyacı’dan aldığı bir parça altınla yoluna yalnız devam eder. Artık yarım saatlik yolu kalmıştır. Bir kumulun tepesine vardığında ağlamaya başlar. Gözyaşlarının düştüğü yerde hazinenin olduğunu tahmin ederek kazmaya başlar. Bu sırada savaş mültecileri olduğunu söyleyen birkaç adam gelir. Hazine aradığını anladıktan sonra aynı yeri kazmaya başlarlar. Onlar da ulaşamayınca Santiago’ya işkence yapıp üzerindeki altını alırlar. Mülteciler tam ayrılacakken mültecilerin reisi “Rüyamda İspanya’ya gitmem, çobanların koyunlarıyla uyuduğu yıkık bir köy kilisesi aramam gerektiğini gördüm. Eğer firavun incirinin dibini kazarsam gizli bir hazine bulacakmışım. Ama aynı düşü 2 kez gördüğüm için çölü geçip İspanya’ya gidecek kadar aptal değilim.” der. Santiago gülümser, hazinesini bulmuştur. Sonuç olarak; Santiago babasının verdiği parayla aldığı koyun sürüsü ile geceyi geçirdiği eski, yıkık bir kilise bahçesindeki firavun inciri ağacı altındadır. Geri döner ve gerçekten o yeri kazar, içi mücevher dolu bir sandık bularak rüyasında gördüğü ve Mısır’a piramitlere kadar gidip bulmayı arzuladığı hazineye kavuşmuştur. Şimdi tek isteği tekrar Fatima’nın yanına gitmektir.

Simyacı, Mevlâna’nın “Define” öyküsündeki gibi bir hazine peşinde koşarken aslında hazinenin onun geldiği yerde olduğunu zorlu maceralar yaşadıktan sonra öğrenir. Bu süreç onun olgunlaşma ve kendini bulma, asıl hazinenin onun içinde olduğu gerçeğine ulaşması demektir. Yolculuk geri dönüşle ve kendini keşfetmekle sona ermiştir.

Vaay Panama Ne Güzelmiş: Hayatı Tanıma, Dönüşün Keyifli Yanları

Çocuklara dönük yazılmış yolculuk öykülerinim içinde olabildiğince sevimli iki figürle başlayan, ardından başka figürlerin de katıldığı Janosch’un “Vaay Panama Ne güzelmiş” öyküsü çok önemlidir.

Ayıcık ve Kaplancık bir nehir kenarında inşa ettikleri kulübede yaşarlar. Ayıcık her gün balık tutmak için nehre gider, kaplancık ise mantar toplamak için orman yollarına düşer. Akşam olduğunda sofralarını kurup keyifli bir biçimde yemeklerini yerler. Günler böyle geçerken bir gün Ayıcık nehre balık avlamaya gittiğinde yanından geçen bir sandığa dikkatle baktığında sandığın üzerinde Panama yazdığını görür. Ayıcık, daha önce Panama’nın çok güzel bir ülke olduğunu duymuştur. Sandığı görünce bunları hatırlayan Ayıcık hemen eve koşar ve Kaplancığa Panamayı anlatır ve Panama’ya gitmek üzere yola çıkmayı önerir.

İki arkadaş Panama’ya gitmek üzere yola çıkarlar. Bu yolculuk aslında başka düzlemde bir yaşamı tanıma yolculuğudur. Yolda karşılarına çıkan hayvanlara “Panama’ya nasıl gidilir ?” diye sorarlar. Her hayvan onu korkutan şeylerin olmadığı tarafa gitmelerini söyler. Örneğin inek çiftçinin olmadığı tarafın Panama olduğunu söyler. Böylece aslında bir daire çizerek yolculuk yapmakta olan iki arkadaş en sonunda bir horoza Panama’yı sorarlar. Horoz onları bir ağaca çıkarır ve ağaca çıktıkların içinden bir nehrin geçtiği bir alan görürler. “Vaay Panama ne güzelmiş!” diyen iki arkadaş aşağı inip kalacak bir yer ararlar ve bir kulübe görürler. Kulübeyi beğenen arkadaşlar oraya yerleşip yaşamaya karar verirler. Aslında burası bırakıp gittikleri kendi yerleridir. Ama üzerinde Panama yazılı bir tabelayı görünce oraya geldiklerini düşünürler. Hayallerinin ülkesine gelmişlerdir.

Burada anlatılan yaşamı tanıma, yol arkadaşlığının tadına varma yaşadığı yerin dönüp geldiği yer olmasının onun aynı zamanda kendini keşfetme olduğunu fark etme anlamına geldiğidir.

Sonuç

Edebiyat metinlerinde anlatılan yolculuklar aynı zamanda yaşamı keşfetme ama aynı zamanda kendini keşfetme olarak karşımıza çıkarlar. Başta ceza olarak çıkılan yolculuklar, süreç içinde olgunlaşmaya evrilir ve yola çıkan hayatı başka algılamaya başlar.

Kaynakça:

Carroll, Lewis: Alis Harikalar Diyarında, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2017.

Coelho, Paulo: Simyacı; Çev: Özdemir İnve, Can yayınları, İstanbul, 2010.

Ende, Michael: Bitmeyecek Öykü, Çev. Saadet Özkal, Kabalcı Yayınları, İstanbul, 1999.

Janosch: Vaay Panama Ne Güzelmiş, Çev: Neydim, Necdet, Kelime Yayınları, İstanbul, 2010.

Lagerlöf,Selma: Nils ve Uçan Kaz, Beyaz Balina yayınları, İstanbul, 2017.

Rowling, J.K,: Harry Potter ve Felsefe Taşı , Çev: Ülkü Tamer, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2023.

Bu yazıyı paylaşın
error: İçerik koruma altındadır!!
Scroll to Top