Türkiye’de Gençlik Edebiyatı ve Distopik Gençlik Romanları

Meltem Kılıç

Çocuk ve gençlik edebiyatı, birçok ülkede ilgi gören ve sıkça ele alınan bir alan olsa da Türkiye’de ancak 1990 sonrası dönemde önem kazanmaya başlamıştır. Çocuk edebiyatı üzerine yapılan araştırmalar, gelişme gösterirken gençlik edebiyatı üzerine yapılan çalışmalar, yeterli düzeye ulaşmamıştır. Oysa gençlik edebiyatının gelişimi de en az çocuk edebiyatının gelişimi kadar önemlidir.

            Henüz oldukça genç olan ve hâlâ kendine tam anlamıyla bir yer edinemeyen bu edebiyat türü, yerli edebiyat dizgemize ilk olarak çeviri yoluyla girmiştir. Gençlik edebiyatı çevirilerinin çeviribilim kapsamında ve edebiyat çevirileri çatısı altında yer almasının nedeni, bu türün bağımsız bir edebî tür olarak görülmemiş olması ve çoğu kez “çocuk ve gençlik edebiyatı” adı altında değerlendirilmesinden kaynaklanmaktadır. 

            Hâlbuki gençlik dönemi, çocukluk ve yetişkinlik dönemleri arasındaki bir gelişim dönemi olup kendine has çeşitli fizyolojik ve psikolojik özellikler taşır. Ancak bu gelişim dönemini, bir yaş sınırlandırması ile belirlemek ve ona bir sınır çizmek oldukça güçtür.

            Necdet Neydim, gençlik edebiyatını tanımlamadan önce bu edebiyat türünün hedef kitlesini tanımlamak gerektiğini söylemektedir. “Genç” kavramının farklı araştırmacılar tarafından çeşitli şekillerde tanımlandığını belirten Neydim, bu kavramın genel anlamda 14-24 yaş aralığını kapsadığını belirtmektedir. Fakat tam bu noktada bu kitlenin, sosyolojik ve psikolojik anlamda homojen bir kitle olmadığını söylemek gerekir. On dört yaşından başlayıp on sekiz ile yirmi yaşlarına kadar devam eden bu süreç, gençlik döneminin en sorunlu dönemlerindendir ve edebiyat metinlerinde de çoğu kez bu yaş grubu konu edilmektedir. (Neydim, 2014:15)

            Gençlik kitapları, gençlerin kendi dünyasını ve başka kültürlerde yetişen diğer gençlerin dünyasını tanıması açısından önemli kitaplardır. Gençlik edebiyatı türünde yazılmış eserler, Almanya’da okullarda okutulur. Ayrıca bu kitapların, öğrenciler arasında değerlendirilmesi ve öğrencilerin kitaplar üzerine tartışması desteklenir. Ancak ülkemizde birçok gençlik kitabı, değerler sistemimize uymaması sebebiyle okullara girememektedir. Bu eserlerin birçoğunda, baskın bir argo kullanımı söz konusudur. Bu nedenle bu eserler, yeraltı edebiyatı metinleri arasında değerlendirilebilir ve bu yönden önemli sayılabilir.

Sonuç olarak bu kitaplarda anlatılanlar, kimini rahatsız etse de, gençler arasında yaşanan gerçek olaylardan yola çıkarak kaleme alınmıştır. Bu tür kitaplar, toplum gerçekleri görmezden gelmeye çalışsa dahi, tüm gerçekliği gözler önüne serer. Kimi zaman âdeta bir ayna işlevi gören bu eserler, birçok kesim tarafından bu sebeple rahatsız edici bulunur.

            Gençlik edebiyatı alanında öne çıkan metin türleri arasında, öncelikle roman türünü ele almak gerekir. Roman türü, içerdiği konular bakımından, gençliğin en çok ilgi duyduğu metin türüdür. Romanın alt türlerine baktığımızda, gençliğin bu türe niçin ilgi duyduğu daha net anlaşılabilir. Romanın ilgi merkezi olmasını; macera, korku, aşk, ütopya, distopya, bilim kurgu ve fantastik hikâyeler gibi alt türler sağlar. Öykü, şiir, derleme eserler, çizgi roman gibi türler de gençliğin ilgi duyduğu diğer türler arasındadır. (Neydim, 2017)

            Distopik romanlara bir örnek olarak Türkçeye Murat Batmankaya tarafından kazandırılan “Son Çocuklar” isimli romanı verebiliriz. Bu kitabın örnek olarak seçilmesindeki amaç, gençlik edebiyatında yer alan ve “sorun odaklı metinler” olarak adlandırdığımız metinleri ele alarak kendi edebiyat dizgemizde var olmalarının önemini vurgulamaktır.

Gudrun Pausewang’a ait olan “Die letzten Kinder von Schewenborn” adlı eser, ilk kez 1983 yılında yayınlanmıştır. Kitap, 2012 yılında Murat Batmankaya tarafından Türkçeye “Son Çocuklar” başlığıyla çevrilmiş ve Çizmeli Kedi Yayınevi tarafından basılmıştır. Distopik bir tür olan bu metin, insanların zor dönemlerde kendi değerlerini nasıl yitirdiklerini ve insanî değerlerden nasıl uzaklaştıklarını bir nükleer savaş teması altında inceler. Kitapta, böyle bir savaş olursa insanların karşılaşabileceği veya gerçekleştirebileceği korkunç durumlar göz önüne serilir.

Romanda, üç çocuklu bir ailenin hayatının atom bombası faciasıyla nasıl değiştiği anlatılır. Almanya–Bonemes’de yaşayan bu aile, tatil başlayınca çocukların anneanne ve dedesini ziyaret etmek üzere yola koyulur. On iki yaşındaki Roland, metindeki anlatıcıdır. Roland’ın küçük kardeşi Kerstin dört ve büyük kardeşi Judith on beş yaşındadır. Arabalarıyla orman yolundan geçerken bembeyaz ve korkunç bir ışıkla karşılaşan aile, neye uğradığını şaşırır. Isıdan ve ışıktan etkilenen tüm aile fertleri, daha sonra dehşet verici bir fırtınayla karşı karşıya kalır. Çok geçmeden bunun bir atom bombası olduğunu anlayan baba, eve geri dönmek ister. Fakat eşi, kendi anne ve babasını kurtarmak üzere Schewenborn’a gitmek için ısrar eder. Oraya vardıklarında, atom bombasının yarattığı korkunç hasarla karşılaşırlar. Bu hasar kitapta şöyle tasvir edilir:

“İnsanlar cayır cayır yanmış, cansız bedenleri burada toplanmıştı. Susuzluktan yarı çılgın hale gelmiş birçok insanla karşılaştım. Kül ve ceset dolu nehirden su içtiler. Kül, ceset ve radyoaktivite dolu… Kıyıya ulaşamayanlar kendilerini yerlere atıp nemli otları emiyorlardı. Birçoğu çıplak! Üstlerindeki elbiseler bile parçalanmış. Fulda otlakları cesetlerle dolu; kıyıdaki sazlıklarda, çalılıkların arasında, ölü ineklerle yan yana, çitlerin üzerinde. Derileri yüzülmüş cesetler, yanmış cesetler…” (Pausewang, 2016:34-35)

            Burada, anneanne ve dedenin öldüğü anlaşılır. Yolları kapayan ağaçlar yüzünden evine dönemeyen aile, yollar açılana kadar orada kalmak zorundadır. Facianın ertesi günü, bombanın yarattığı hasarın sanılandan büyük olduğu anlaşılır. İnsanlar, sokaklarda perişan hâlde dolaşmaktadır. Bu insanlar, şu şekilde anlatılır:

“Kül ve kan içindeydiler; üstlerinden paçavralar sarkan yaratıklar! Sarkanlar kumaş mıydı; derileri miydi yoksa? Dikkatlice bakmaya cesaret edemiyordum.” (a.g.e., s.41.)

Ailenin bu yeni hayatında; merhamet ve dayanışmanın nasıl yok olduğu, açlık, yoksulluk ve radyoaktif zehirlenmeyle nasıl mücadele ettikleri acımasızca gözler önüne serilmektedir:

“Yanık ve parçalanmış kıyafetler içindeki bu kirli yaratıklara kimse kendileri için de gerekli olan yiyeceklerin tek bir lokmasını bile vermek istemiyordu.” (a.g.e., s.43.)

Bu distopik dünyada, birçok kavram artık yoktur. Ahlakî değerler tamamen yitirilir, topluma kavga ve şiddet hakim olur:

“ ‘Hayatta kalmak istiyorsa, böyle zamanlarda insanın kendi vicdanını tokatlaması gerekiyor.’ demişti babam bir gün. ‘Çünkü bütün insanları sevme ahlakı, böyle zamanlarda insanın kendini öldürür.’ ” (a.g.e., s.115.)

Şehirde yaşayan insanlar da gitgide vahşileşmektedir. Kimse ne olacağını bilmez ve her gün yeni söylentiler yayılır. Hayatta kalma içgüdüsü, vicdan ve merhameti günbegün öldürmektedir:

“Anne babamla konuştum. Annette’nin bize gelmesi için yalvardım onlara. Ama annem istemedi. Bu sefalete ilişkin hiçbir şeyi sahiplenmek istemiyordu.” (a.g.e., s.59.)

Söz konusu açlık ve hayatta kalmak olduğunda, çocuk ve yetişkin arasında bile hiçbir fark kalmaz. Kimsenin herhangi bir önceliği ve ayrıcalığı yoktur:

“ ‘Sizi şehirde bir yakalarsam!’ diye bağırmış kızlara. ‘Sizi gırtlaklayacağım bilin! Çocuk musunuz büyük mü, umurumda bile değil!’

‘Hadi, hiç durma, bok çuvalı!’ demiş açık Nicole. ‘O zaman, siz pinti cebi akreplilerin zaten hiç ilgilenmediği bu yığınla çocuğun açlıktan ölmelerinin sorumlusu sen olursun!’ ” (a.g.e., s.118.)

“Bir sabah, koyu Nicole, alnı yarılmış olarak Lipinskilerin evinin önünde bulundu. Bay Lipinski, bu çocuğu dayaktan öldürdüğü için böbürleniyordu üstelik.

‘Artık salam çalamayacak.’ diyordu. ‘Şimdi sıra diğer çakalda. Ondan sonra bütün şehir rahat bir nefes alacak.’ ” (a.g.e., s.119.)

Roman, bu hikâyeyle asıl amacını belli ederek insanlığı ileride olabilecek felaketlere karşı uyarmaktadır; yetişkinleri, şu an yapmakta oldukları hatalar yüzünden, çocuklarını ve torunlarını ne gibi çaresizliklere sürükleyebilecekleri üzerine düşündürmek istemiştir:

“ ‘Anne babamla mı?’ diye sordu. ‘Onları bir daha görmek istemiyorum. Şeytan görsün yüzlerini! Hepsinin! Buna engel olabilirlerdi. Olacakları görmüşlerdi. Hiçbir şey yapmadan bakadurdular öylece. Onlar için hiçbir değerimiz olmayacaksa, bizi neden dünyaya getirdiler?’ ” (a.g.e., s.122.)

Ahlak, doğru ve yanlış, suç gibi kavramlar ortadan kaybolmuştur. Bir çocuğun, başka bir çocuğun intiharına yardım etmesi bu durumu gözler önüne sermektedir:

 “İlmiğe yeniden uzandı. Bu sefer onun elinden almadım. Bana teşekkür edip boynuna geçirdi.

‘Hazırım!’ dedi. ‘Ama sıkı vurman gerek, duyuyor musun?’

Yutkundum. Sonra var gücümle arabaya tekme attım ve kaçtım. Ancak parkın sonuna geldiğimde baktım arkama. O sırada Andreas hâlâ debelenmekteydi.” (a.g.e., s.122.)

Bir diğer örnek, bu şartlar altında yaşaması öngörülmeyen engelli bir bebeğin babası tarafından öldürülmesidir. On iki yaşındaki Roland’ın buna şahit olması da bu duruma verilebilecek başka bir örnektir:

“Donakaldım. Bağıramadım. Kaskatı kalakaldım.

Benim küçük kız kardeşim Jessica Marta’nın gözleri yoktu! (…) Ve kollarının olması gerektiğinden kısa olduğunu fark ettim.

(…)

Yeniden kendime geldiğimde bebeğin ağladığını duydum. Strafor kutusunun içinden geliyordu sesi. Gür bir sesi vardı. Babam tam o sırada kutuyu dışarıya taşımaktaydı.

‘Onu nereye götürüyorsun?’ diye sordum korku içinde.

‘Sen uyumana bak.’ dedi.

Bakışlarını benimkilerden kaçırmakta olduğunu fark ettim.

‘Bunu yapamazsın!’ diye fısıldadım.

Yanaklarından yaşlar süzülüyordu.

‘Hangisi daha büyük gaddarlık, böylesi mi, öylesi mi?’ diye sordu.

Sersem sepet ona doğru yürüdüm ve kutuyu okşadım.

‘Onun canını yakma, ne olur!’ diye haykırdım

Babam başını salladı.” (a.g.e., s.164-165.)

Dört yıllık bir zaman dilimini ele alan romanın sonunda, dört kişilik bu aileden yalnızca Roland ve babası hayatta kalır. Şehirde sağ kalanların hepsi, hayata tutunmaya çalışsa da çok uzak olmayan bir zamanda öleceğini bilir. Distopik roman kategorisine giren romanlar, umut aşılayan romanlar değildir. Gudrun Pausewang da distopyayı çocuk ve gençlik edebiyatına sağlam bir şekilde taşıyabilmiş bir yazardır. Bu eseri yazma sebebi, insanlığa bir uyarıda bulunmaktır. Bu nedenle bu kitap, birçok ülkede okullarda okutulan eserler arasında yer alır.

Daha önce de belirttiğimiz üzere, kitabın çevirisi Murat Batmankaya tarafından gerçekleştirilmiştir. Kitabın sert olarak nitelendirilebilecek ağırlıktaki içeriği; kültürümüze, okuyucuya ve genç kitleye uygun olup olmadığı konusundaki tartışmaları beraberinde getirebilir. Çeviri kitap, gençleri olası bir tehlikeye karşı uyarma ve geleceğe hazırlama açısından mesajlar içermekte ve gençlik edebiyatına bu yönüyle bir katkı sunmaktadır.

Bizim amacımız, çevirmen yaklaşımı ve onun kararları açısından konuyu incelemektir. Bu doğrultuda çevirmenle yaptığımız görüşme neticesinde, onun çeviri sürecinde sansürle ilgili bir kaygı taşımadığını öğrendik. Çevirmen; bir pedagog ya da davranış bilimci olmadığını, buna bir çeviri görevi olarak baktığını ve tek amacının bir dilde yazılmış eseri eksiltmeden, çoğaltmadan onu özel kılan tüm unsurlarını muhafaza etmeye çalışarak bir başka dile aktarmak olduğunu belirtmiştir. Ayrıca çevirmenlik görevini icra ederken ticarî kaygı gütmemek ve edebî bir eserin değerini korumak gibi ilkeleri olduğundan söz etmiştir. Çevirmen, kitabı daha önce okuduğu ve etkilendiği için çevirmek istediğini de eklemiştir. (Batmankaya, 2019)

Bu çerçeveden baktığımızda, bu çevirilerin edebiyat dizgemize hem yeni bir edebî tür hem de bu türün ele aldığı çeşitli konuları kazandırma özelliği taşıdığı görülmektedir. Yapılan her çalışma, bu alanın önemini artırmaktadır. Öyle ki bazı yayınevleri, bu edebiyat türünü çocuk edebiyatından ayırmaya başlamıştır.

Bu alanda yapılan akademik çalışmaların artması ve gençlik edebiyatının çeviri ve yerli eserlerle zenginleşmesi, hem bu alanın çocuk edebiyatından ayrılmasına katkı sağlayacak hem de gelişmesine destek olacaktır.

Kaynakça

Batmankaya, Murat:                Röportaj, 04 Ocak 2019.

Kılıç, Meltem: Gençlik Edebiyatı Metinlerinde Dil Sorunu ve Çevirmen Kararlarına Kuramsal Açıdan Yaklaşım, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, 2019.

Neydim, Necdet:                      “Türkiye’de Gençlik Edebiyatı ve Bu Alanın Tanımı ve Uygulama Sorunları”,Roman Kahramanları Dergisi, Sayı:16, Ekim- Aralık 2013, 2014, ss.1-8.

Neydim, Necdet:                      Ders Notları, 2017.

Pausewang, Gudrun:                Son Çocuklar,Çev. Murat Batmankaya, İstanbul, Çizmeli Kedi Yayınevi, 2016.

Bu yazıyı paylaşın
error: İçerik koruma altındadır!!
Scroll to Top