The Boy, The Mole, The Fox and The Horse

Büşra Dursun

Süre: 34dk

Tür: AnimasyonAileFantastikMacera

Yönetmen: Peter Baynton , Charlie Mackesy

Senarist: Jon Croker , Charlie Mackesy

Yapımı: 2022 – İngiltereABD

En İyi Kısa Animasyon Filmi Oscarı (2023)

Bir çocuk. Evinden uzakta. Oraya nasıl gelmiş, bilinmez. Kaybolmuş mu, bilinmez. Bembeyaz bir hiçliğin ortasında, hiç acelesi olmadan tane tane dökülen kar tanelerinin altında, yalnız ona eşlik eden ayak izleriyle sakince oturuyor. Her şeyin başında yavaş yavaş yürümesi, omuzlarının çökük ve kamburunun çıkık olması hüzünlü olduğu izlenimi veriyor. Öyle yavaş yürüyor ki bir yere yetişmek için acelesi yok, belki gidecek bir yeri de yok. Oraya nasıl geldiği ve nereye gideceği de meçhul. Bir ara elini göğe kaldırarak kar tanelerine dokunmak istiyor, kendi etrafında dönüyor ve sırtı dönük kar yığınlarının arasında oturup kalıyor. Çocuğun bu halleri yalnızlık, masumiyet, savunmasızlık veya umutsuzluk duygularını aynı anda çağrıştırmaya yetiyor. Sırtının dönük olmasıyla belirsizlik korunuyor. Karakterin iç dünyası, duygusal durumu, yaşadıkları belirsiz. Bu filmde kar aynı zamanda temizlik, masumiyet veya yeni bir başlangıç simgesi de olabilir. Kim bilir belki de bu belirsizliklerin hepsi bir aradadır, tam da bir çocuğun değişken dünyası gibi bir dünya.

Yalnızlık yetişkinler için göreceli bir kavramdır. Kimisi için karla kaplı bir ormanda yalnız kalmak ürkütücü iken, kimisi içinse o sakinlik hali huzurlu ve doyurucu bir yaşantıdır. Fakat daha filmin başında küçük bir çocuğun ormanda tek başına yapayalnız kalması yetişkinleri oldukça korkutacaktır. Ama bu yol çocuğun yolu, bu yaşantı çocuğun yaşantısıdır. Yetişkinler her ne kadar yanında olsa da çocuk yolunda yalnızdır. Deneyimleyerek, tecrübe ederek kendi yoluna kendisi fener olmak zorundadır. Günümüzde insanlar kendi kişiliklerini oluştururken hatta kendi varoluşlarının bilincini yaşamada, diğer insanlarla olan beraberliklerinden aşırı etkilenmektedirler (Geçtan, 2021). Oysaki çocuk için durum faklıdır.

Çocuk diğer insanların onun hakkında söylediklerini umursamaz, çocuklara zorla bir şey yaptırılamaz. Belki de bu yüzden yetişkinler yerine asıl çocuklar benliklerinin sınırlarını koruyabilirler.

Çocuğa bu beyaz hiçlikte ilk olarak köstebek eşlik ediyor. Ansızın karlar altından kafasını çıkaran köstebek, çocukla tanıştıktan hemen sonra ayaklanıyor ve hayallerinin peşine düşüyor. Karşısında gördüğü ağacı kocaman bir pasta sanan köstebek, yakınlaşıp onun pasta olmadığını anladığında bile pastaya ulaşma hayallerinden vazgeçmiyor. Çocukla birlikte düşüyor yollara. Çocuk bir arayış içinde, bir ev arayışı içinde. Fakat bu ev çatısı ve dört duvarları olan bir ev değil; kendini bulabileceği, özgür olabileceği, kendini ait hissedebileceği bir ev. Köstebek ve çocuk ağacın bir dalına oturup biraz sohbet etmeye başlıyorlar. Her arkadaşlıkta olduğu gibi onların da birbirlerine güvenebilmeleri için önce birbirlerini tanımaları gerekiyor. Köstebek çocuğa soruyor:

“Büyüyünce ne olmak istiyorsun?

Çocuk: İyi biri.”

Bunun üzerine Köstebek, nezaketi hiçbir şeyin yenemeyeceğini, her şeyin içinde onun olduğunu söyleyerek çocuğa özünde zaten iyi biri olduğunu hatırlatıyor. İyi biri olmak, hayatta peşinde koşulmaya değer bir amaçtır fakat bu, zaten hepimizin özünde vardır. Sadece bu durumda olduğu gibi bazen bunu birilerinin bize hatırlatmasına ihtiyaç duyarız. Çünkü yetişkin olmak, bu amacı yolundan şaşırtabilir. Ya da başka bir bakış açısıyla salt iyi ya da kötünün mümkün olmadığı bu dünyada amaçlarımız şekillenebilir, asıl amaçlar geri planda kalabilir. Belki de bir yetişkinin bakış açısından yaşama ayak uydurmak için olması gereken budur. Bir başka deyişle, kimse siyah ya da beyaz olarak nitelendirilemez. Aslında hepimiz gri tonlarındayız. Kimimiz daha koyu, kimimiz daha açık (Geçtan, 2021).

Çocuk, aslında tam da özüne uygun olanı, doğru olanı istemektedir. Bu yolda onu nelerin beklediğini, yolda amacının değişip değişmeyeceğini ise ancak deneyimleyerek anlayabilecektir. Bu nedenle çocuk ve köstebek, yollarına devam ederler. Yolun ucu bir dereye çıkar. Derede yansımasını gören çocuk şaşırır, onun için gördüğü bu yansıma çok tuhaftır çünkü yansımasında sadece dışını görmektedir. Oysaki her şey içinde gerçekleşmektedir. Bu sahne izleyenleri oldukça düşünmeye sevk edecektir. Kaçımız aynaya baktığımızda gördüğümüz yüzü yadırgamadan bakıyoruz? Onca mutluluk, onca hüzün hepsi bir arada tek bir yüzde nasıl anlatılır? İşte o zaman kendini bulma yoluna yöneliyor insan. Kimim ben? Çocuk bu sorunun cevabını bulmak için düşüyor yollara. Ben aynada gördüğüm yüzden çok daha fazlasıyım diyebilmek için, ben varım ve değerliyim diyebilmek için çıkıyor. Filmimizde çocuğa bu yolculuğunda dostları eşlik ediyor. Dostlar demişken, hayatta onlara ne çok ihtiyaç duyarız. Bilip de kendimize söyleyemediklerimiz için tökezlediğimizde bize destek olmaları için yalnızlıktan korktuğumuzda ışık olmaları için içimizdeki gücün farkına varmak için dostlarımıza ihtiyaç duyarız. Yalnız yürüdüğümüz bu yolu çiçeklendirsin, renklendirsinler diye dostlarımıza ihtiyaç duyarız.

Artık gece olmuştu. Yollarına devam etmek için uyumalı ve güç toplamalıydılar. Geceyi geçirmek için ağacın dalına tekrar çıktılar. Gecenin ürkütücü sesleri akla bir şey daha getirdi. Korku.

Çocuk: Daha az korksaydık nasıl olurdu düşünsene.

Köstebek: Tanıdığım yaşlı köstebeklerin çoğu hayallerinden çok korkularını dinledikleri için pişmanlar. Senin hayallerin nedir?

Çocuk: Ev.

Köstebek: Nasıl bir hayal bu?

Çocuk: Bilmiyorum. Ben… emin değilim ama bir ev ihtiyacım var.

Akşam olup yer gök karardığında dinlenmek için ağaç dalına çıkan çocuk ve köstebeğin ayak izlerini takip eden biri var. Bir tilki. Tilki kokuyu takip ederek ağaca kadar geliyor. Çocuk ve köstebeği görüyor fakat onlara zarar vermekten vazgeçerek yoluna devam ediyor. Çok geçmeden çocuk ve köstebek acı dolu yakarışlar duyuyor. Sesin kaynağına gitme cesareti gösterdiklerinde tilkiyi tuzağa düşmüş halde buluyorlar. Tilkiyi kurtarma cesaretini kendilerinde bulmuşken tilki ona yaklaşan köstebeği tehdit ediyor. Eğer tuzağa yakalanmış olmasaydı onu öldüreceğini söylüyor ama köstebek ondan korkmuyor. Bu tuzakta kalırsa öleceğini söyleyerek tuzağı dişleriyle koparıyor. Şaşıran tilki devamında oradan hızla uzaklaşıyor. Çocuk köstebeğin bu cesaretine hayran kalıyor. Tilkiden çok korkan köstebek ise:

“En büyük özgürlüklerimizden biri, olaylara verdiğimiz tepkilerdir” sözlerini sarf ediyor. Çocuk ve köstebek yine dere kenarına inmek isterken köstebek bir kartopu yığınına dönüşüyor ve hızla yuvarlanarak dereye düşüyor. Boğulmak üzere olan köstebeği bilin bakalım kim kurtarıyor? Onu ölümle tehdit eden tilki. Böylelikle tilki de artık çocuk ve köstebeğin arkadaşı oluyor ama oldukça sessiz bir arkadaş. Sanki orada hiç yokmuş gibi bütün hırçınlığını geride bırakarak sakince onları uzaktan takip ediyor.

Çocuk, tilkiye teşekkür ediyor ve tilki yine kaçıp gidiyor fakat çok geçmeden sessizce çocuk ve köstebeği takip etmeye başlıyor. Çocuk tilkinin de yoluna kaybetmiş olabileceği düşüncesinde. Köstebek ise: “zaman zaman herkesin kaybolmuş olabileceği” düşüncesindedir.

Çocuk, köstebek ve tilki yollarına devam ederken evin ne olduğunu tartışmaya başlarlar. Köstebek için ev, çatısı ve duvarları olan penceresi pastayla dolu bir yerken; çocuk için nazik ve sıcak bir yerdir. Herkesin evi kendine özgü bir yer aslında. Bu konuşmalar yapılırken ormanda ağaçların arasında bembeyaz bir at fark ediyorlar. At da bu arkadaş grubuna tüm güzelliği, gücü ve zarafetiyle dahil oluyor. Atın üstünde, çocuğun kucağında etrafı izleyen köstebek kendini çok küçük görüyor. Çocuk ekliyor:

“Küçüksün, evet… ama fark yaratıyorsun.”

At hızlanmaya başlıyor, tam dere üzerinden geçerken dikkatsiz çocuk attan düşüyor. Ağlamaya başlıyor ama bu gözyaşları canı acıdığı için dökülmüyor. Kendisini dikkatsiz ve başarısız görüyor. At bütün sakinliğiyle onu sarıp sarmalıyor:

“Düştün ama ben yanındayım.”

“Gözyaşı sebepsiz yere akmaz. Onlar senin gücündür, zayıflığın değil.”

“Hayat bazen zordur ama sen sevildiğini bil. Gelişeceksin.”

Bu sözleri duyan birinin ayağa kalkmak için bundan fazlasına ihtiyacı yoktur zannımca. Hayatta tökezleyip düştüğümüz zamanlar elbet oluyor, olacaktır da. Önemli olan ayağa kalkabilmek, önemli olan ayağa kalkacak gücü kendimizde bulabilmek ve bu gücün her zaman içimizde saklı olduğunu unutmamaktır.

Çocuk ve arkadaşları huzurlu ve sakince dere kenarından ilerlerken çocuk, tilkinin neden hiç konuşmadığını merak ediyor. Tilki başta sessizliğini korurken sonrasında anlatacak ilginç bir şeyi olmadığını, bu nedenle hep sessiz kalmayı tercih ettiğini söylüyor. At bu yanıtı bekliyormuşçasına cevap veriyor:

“Dürüst olmak daima ilgi çekicidir.”

Bir süre gönüllerince yolda eğlenen arkadaşlar ansızın bir fırtınan ortasında kalıyorlar. Çaresiz birbirlerine sarılıp fırtınan dinmesini bekliyorlar.

“Olaylar kontrolden çıktığında sevdiklerine odaklan.”

Fırtına dindi, çocuk yorulmuştu, pes etmek üzereydi. Daha çok yollarının olduğunu düşünüyordu. At ise bunun yerine katettikleri yola bakmasını istedi. Çocuk tamamen pes etmiş görünüyordu. Herkes yorgun ve üzgündü. At çocuğa ondan bir şey sakladığını aslında uçabildiğini ama diğer atlar kıskanıyor diye bunu gizlediğini söyledi. Çocuk şaşırdı. At arkadaşlarını sırtına alıp uçmaya başlamıştı bile. Sonunda hepsi özgürdü ve evin yolunu bulmak kolaylaşmıştı. Çocuğun evinin ışıkları nihayet görünmüştü. Sonunda eve ulaşmışlardı ama bu sefer de çocuk arkadaşlarından ayrılamıyordu. Onlarsız başarısız olacağını düşünüyordu. Tilki çocuğu cesaretlendirdi:

“Hiç unutma, kendin yetersin, olduğun gibi.”

Çocuk artık evine dönmeliydi. Onca ızdırap bunun için çekilmişti. Evine doğru yönelmişken… birden geri döndü.

“Ev her zaman bir mekân değildir, değil mi?

Ev kendini ait hissettiğin, kendin olabileceğin, sevip sevilebildiğin bir yerdir. “

Son cümle ev kavramının maddi bir mekânla sınırlı olmadığını, daha derin bir anlam taşıdığını gözler önüne sermektedir. Ev bir mekândan ziyade bir varoluş biçimini temsil eder. Ev sadece duvarla çevrili bir yapı ya da bir barınak değil; insanın kendini güvende, rahat ve ait hissettiği yerdir. Kısa bir süredir dünyada olan bir bebek için ev, annesidir. Bu nedenle evinde olsa da annesi yanında olmayan bebek huzursuzdur, huysuzluk eder, ağlar. Çünkü fiziksel olarak evinde olsa da ait ve mutlu hissettiği yerde değildir. Eksiktir, bütün hissedemez. Sarılacak bir omuz, tanıdık bir koku ister. Zamanla bebek büyür, zihinsel ve duygusal dünyası genişler. Kendini tanıma ve kendi kendine ev inşa etme ihtiyacı doğar. Bu yolda çevresi ona ışık tutar, karşısına çıkan herkes yolunu bir şekilde şekillendirir. Kimisi yollara çiçekler eker, kimisi engeller koyar ama her birinden çıkarılacak bir ders vardır. Bu dersler, deneyimleri oluşturur. Deneyimler ise kişinin kendini gerçekleştirdiği yeri bulmasını sağlar. Bunun için doğru yaş nedir, doğru yol nedir, insan kendini ne zaman gerçekleştirir? Bu soruların hepsi evimizde saklıdır. İçsel huzurumuzu bulduğumuz, ait hissettiğimiz ve kendimizi ifade edebildiğimiz yerde. Evin sınırları betonla çizilmez, çatısı tuğlalarla örülmez. Ev anılarla, hislerle, duygu dolu anlarla örülür. Ev, bazen bir kış gecesinde yağan karın altında sevdiğinle yürüdüğün yollardır. Bu yol maske takmak zorunda kalmadığın, attığın her adımda yüklerinden hafiflediğin, bulunduğun konum ya da varış noktandır. Bazen ailenle yaptığın sabah kahvaltısı ya da dostunla dertleşerek uyuduğun gecelerdir. Ev, kendini bulduğun her yerde seninledir.

Ev dediğimiz şey, hayatın bize sunduğu küçük ama değerli taşlarla inşa edilen bir yapıdır. Bu evin duvarları sevgiyle, çatısı güvenle oluşturulsa duvarlar çatırdasa da yıkılmaz, çatılar sızdırsa da çökmez. İçimizdeki ev daima ayakta kalır çünkü ev sadece bir yer değil; bir haldir. Sevgi ve güvenle örülmüş huzur dolu bir ev hayatın fırtınalı anlarında bile sığınılacak bir liman olarak özümüzde kalır.

KAYNAKÇA

Geçtan, E. (2021). İnsan olmak. Metis Yayınları.

Bu yazıyı paylaşın
error: İçerik koruma altındadır!!
Scroll to Top