Tülin Sadıkoğlu
Kırmızı Başlıklı Kız, hepimizin neredeyse ezbere bildiği klasik bir masal. On, on beş yıl öncesine kadar da çocuklara masal olarak okunur ya da anlatılırdı. Ancak son yıllarda, klasik masalların çocuklar için yazılmadığı, hatta çocuklara okunmaması gerektiği tartışmaları yapılmaya başlandı. Yüzyıllar önce, sözlü gelenekte ortaya çıkan, nesilden nesile aktarılırken ve daha sonra yazıya geçirilirken değişime uğrayan bu masalın alt metninin, bugünün çocukları için uygun olup olmadığı halen sorgulanmakta, bu konuyla ilgili tartışmalar devam etmekte. Farklı kültürlerde farklı motiflerle, belli sembolleri öne çıkararak aktarılan bu masalın farklı sonları da var üstelik. Örneğin; Charles Perrault’nun aktardığı masalın sonunda kurt hem büyükanneyi hem de küçük kızı yer. Kişi tanımadığı, yabancı kişilere güvenirse olacağı budur. Grimm Kardeşler ise masala avcıyı ekler ve büyükanneyle küçük kız avcı sayesinde kurtulur. Bu son da, yine yabancılara güvenmemek, yoldan ayrılmamak alt metnini içermesinin yanı sıra bir “erkek” kurtarıcıyı işaret eder.
Masallar yalnızca edebiyat araştırmacılarının değil psikolog Bruno Bettleheim, psikanalist ve sosyolog Erich Fromm gibi farklı alanlardan pek çok araştırmacının ilgisini çeker. Bu konuda, Aydın Parmaksız’ın Freud Bana Masal Anlatsa başlıklı kitabı da okunmaya değer bir çalışma. Ancak, bu yazının konusu masallar değil. Öyle olmasına karşın kısacık bir metnin, bir şekilde kendi yolunu da bularak dünyada nasıl dolaştığını, sınırlarının nasıl genişletildiğini ve metne ne tür anlamlar yüklendiğini görmek ve bunun üzerine düşünmenin büyüsüne kapılmamak elde değil. Böylelikle insan daha uzağa, daha geniş bir bakış açısıyla bakabiliyor. Bu da edebiyatın okurlara sunduğu müthiş bir olanak.
Düşüncelerimin Kırmızı Başlıklı Kız masalına kayması tesadüf değil elbette. Epeydir elimde olan bir kitap var: Kurt Yiyen Küçük Kız. Kırmızı Başlıklı Kız masalının bir versiyonu olduğunu söyleyebileceğimiz, İtalya’da yayımlanmış Türkçeye ise henüz çevrilmemiş bu kitapta yazar Vivian Lamarque rolleri değiştirmiş: Bu kez küçük kız, “kurt”un, daha doğrusu kurtların peşinde. Elinde çatalı bıçağı, ağzını yalayarak ormanda dolaşan bir kız ile saklanan bir kurdun olduğu kapak resmi de “Kurt Yiyen Küçük Kız” başlığını destekliyor.
Kitap, “Bir zamanlar bir ormanda, kurt yiyen küçük bir kız yaşarmış” cümlesiyle başlıyor. Adı Küçük Kız olan küçük bir kız, kimsenin bilmediği bir nedenle, adı Tavuk olan bir tavukla, ormandaki bir ağacın tepesinde bulunan bir evde yaşıyor. Küçük Kız kurtları sevdiğinden değil mecbur olduğundan yiyor çünkü kış geldiğinde “ormanda ne çilek gibi toplayıp yiyebileceği meyveler oluyormuş ne de Tavuk yumurta yumurtluyormuş”. Açlıktan çakıl taşı bile yiyen Küçük Kız sonunda karnı çok tok olduğundan ormanda dolaşmaya çıkmış olan bir kurtla karşılaşınca eline aldığı bir sopayla kurdun kafasına vurup eve getirir, kesip haşlayarak pişirir ve bir güzel yer. “Artık yaşamayan bir kurt şaşıramazdı ama eğer yaşıyor olsaydı kendini küçük bir kızın midesinde bulduğunda kesin çok şaşırırdı!” O günden sonra Küçük Kız, kurtları yakalayıp bazen kızartarak bazen de haşlayarak yemeye devam eder. Kısa sürede ormanda kötü, küçük bir kızın kurtları yediği duyulur. Öyle ki anne kurtlar uyumak istemeyen yavru kurtları bu kötü küçük kızla korkutur. Yavru bir kurt büyükannesini ziyarete giderken anne kurt dikkatli olmasını söyleyerek onu ormanda kötü kişilerle karşılaşabileceğine dair uyarır. Kurtlar gece dışarı çıkmamaya başlar, gündüzleri ise küçük kızı uzaktan bile görseler kaçıp saklanırlar. Böyle olunca küçük kız kurt gibi giyinmeye başlar. Bu kez kurtlar ona, “Ne kadar beyaz pençelerin var!” ya da “Ne kadar küçük ağzın var!” demeye başlar. Küçük Kız, kurt yemekten usandığında artık ilkbahar gelmiş, Tavuk yumurtlamaya başlamıştır. Meyveler de yavaş yavaş olgunlaşmaktadır. Baharın gelmesiyle canlanan doğanın içinde Tavuk’la birlikte dolaşan, meyve toplayan Küçük Kız, derenin kenarına varınca su içmek ister. Bir anda gri mi gri kulaklarıyla, uzun kuyruğu, kocaman açılmış ağzı ve pençeleriyle korku salan bir yansıma görür derede. Küçük Kız korkarak Tavuk’a kaçması için seslenir ama Tavuk uzakta, güvendedir. Peki, kurt nerede?
Kurt çok yakınlarda, çok yakındadır, kurt Küçük Kız’dır. O kadar fazla kurt yemiştir ki Küçük Kız, kurda dönüşmüştür. (O yüzden çocuklar, kurtlardan çok korkmayın. İçlerinde küçük bir kızın kalbi atmaktadır.)
Öykü böylece bitiyor ama sorular tam da burada başlıyor. Benim aklıma gelen en büyük soru: İnsan kötü mü doğar, kötü mü olur? Felsefe tarihinin de insan doğasını araştırırken sorduğu en eski sorularından biridir bu ve bir çocuk kitabının çocuklarla birlikte bu konu üzerine düşünme olanağını sunması doğrusu epey heyecan verici. Korkularıyla, endişeleriyle hayal dünyalarının sınırlarını daraltan, hatta belki zapturapt altına alan yetişkinlerin aksine dünyaya, insanlara daha önyargısız, şartlanmamış gözlerle bakan çocuklar eminim bu konuda bizlere her zaman olduğu gibi aydınlatıcı, hatırlatıcı, düşündürücü yorumlar getireceklerdir.
Güzel bir orman varmış.
Bir ağacın tepesinde de küçük bir ev…hangi çocuk bir kez olsun burada yaşamayı hayal etmemiştir?
Burası, Küçük Kız adındaki küçük bir kızın ve onun arkadaşı olan Tavuk adındaki bir tavuğun eviymiş.
Ormanda kurtlar da yaşarmış.
Gerçekten de kurtlar çocukları yer mi?
Ya da kurtları yiyen çocuklar mıydı?
Peki, kimse kimseyi yemese daha iyi değil mi?