Gençlerin Yazından Beslenmeleri Üzerine Düşünceler

Yusuf Çotuksöken

Öz

Bu yazıda gençlerin yazından beslenmeleri üzerinde edindiğimiz bilgileri ve ürettiğimiz düşünceleri tartışmaya açıyoruz. Buradaki bilgi ve düşünceler, büyük bir olasılıkla yazınla yakından ilgilenenlere hiç yabancı gelmeyecektir. Çünkü ortak kaynaklardan beslendik, ortak görüşleri dile getirdik, yeni arayışlar içine girdik. Bu yazıda, önce yazın ve yazınsallık üzerinde görüşlerimizi kısaca belirtip tartışacak; ardından yazın’ın temel işlevlerini, gençlerin okuma edimleri ve dilsel, toplumsal, kültürel, yazınsal vb kazanımları bağlamında, genel çizgileriyle değerlendireceğiz…

Ana sözcükler

yazın, yazın dili, yazınsallık, gençler/gençlik, yazın’ın işlevleri

Giriş

Yazın ve yazınsallık nedir?

Yazın (edebiyat), dille kurulan bir iletişim yoludur; toplumun üstyapıdaki sanat kurumlarından biridir; belirleyici ögesi, insan dilidir. Kısaca, yazın “insan dili adlı olağanüstü kurumun yaratıcı ve özgün kullanımıyla oluşturulan anlatıların tümünü kapsayan bir sanat dalı”dır. İçinde roman, öykü, şiir, oyun, deneme, anı, gezi yazısı gibi yazın türleri yer alır. Bu yer alışta bir olgunun gerçekleşmesi gerekir: O da bu türlerdeki ürünlerin “yazınsallık” değeri taşıması. İşte bu yazınsallık da işin püf noktasıdır, belkemiğidir, olmazsa olmazıdır.

Nedir yazınsallık dediğimiz bu olgu? Genel çizgileriyle şöyle açıklayabiliriz: Yazınsallık; yazın yapıtlarında, dilin yaratıcı, üretken, sanatlı, yetkin, sınırları zorlayan, çokyönlü kullanımıyla sağlanan “özgün” bir özelliktir. Çoğunlukla, şiir, roman, öykü, deneme, oyun vb türler için aranan bir özelliktir; bir tür tadıdır, rengidir de yazın yapıtlarının denebilir. Şu yargıyı kanımca birçok okuryazar onaylayacaktır: Dünyada ve Türkiye’de üretilen yazın yapıtlarının daha sonraki yıllara kalması, daha çok beğenilerek (ve değişik zaman dilimlerinde defalarca) okunması, “klasik” niteliğini kazanması büyük ölçüde, (belki de sadece) yazınsal oluşuna bağlıdır.

Yazınsal türlerde aranan bu yazınsallık, tekboyutlu değil, çokboyutludur; kimi ortak yönleri olmasına karşın, hemen her türün belirleyici kimi özellikleri, yazınsallığını oluşturur. Örneğin romanın yazınsallığından ne anlıyoruz? Her bir romanın söylemi, öncelikle yazınsal söylemdir. Neleri kapsar bu söylem? Şöyle bir açıklama bilgilendirici olabilir: Romanın biçimsel özelliklerinden (kapak tasarımı, dizildiği harf karakteri/karakterleri ve boyutları, görsel araç-gereçleri, sayfa boyutları vb) içeriğine (işlenen konu/sorun(lar), kahramanlar, bakış açısı-anlatıcı, yer, zaman, sunulan örtük/açık iletiler, türsel özellikler, akımlar vb) kadar hemen her yönünü kapsayan bu söylemin çeşitliliği, daha doğrusu biricikliği, romanı sanat yapıtı yapan özelliklerdendir.

Uzmanlar yazınsallık konusunda da tam bir uzlaşma içinde değillerdir; bunu da doğal karşılamak gerekir, çünkü biçim ve içerikleri değişiktir. Sözgelimi, roman, öykü gibi kurmaca metinler ile şiir metinlerinin yazınsallık özellikleri birbirinden çok farklıdır. Kurmaca metinlerde yazınsallığın ölçütleri kurgu öğeleri çerçevesinde ele alınır; imgesel dilin işleme girdiği şiirdeyse imge, müzikalite, ses, ritim, simge, bağdaştırma, sapma, benzetme ve anıştırma, aktarma/alıntılama gibi öğeler şiirdeki yazınsallığın ölçütleri olarak değerlendirilir.

Makale, köşeyazısı, bilimsel bildiri, reklam metni, gibi bilgilendirici ve kullanmalık metinleri, metinsellik (dilbilgisel uygunluk, mantıksal doğruluk, bağlama uygunluk, bilgilendiricilik, kabul edilebilirlik, göndermeler vb) açısından incelemek bir bakıma oldukça kolaydır. Fakat yazınsal yapıtları metinsellik ölçütlerinin yanısıra, ayrıca özel yöntemlerle (eleştiri kuramları işimizi kolaylaştırır bu bağlama) de incelemek gerekir. Çünkü yazınsal bir yapıtın aynı zamanda sanatsal yönünü yansıtan ve metinsel özellikleriyle de ilişkili olan yazınsallık özelliği, bu bağlamda öne çıkar. Özetle, yazınsal bir metni metinsellik özellikleri yanında, yazınsallık özelliğinin de ortaya konulması gerekmektedir. Burada metnin dil-anlatım-yaklaşım vb yönlerden özgün, yeni, büyüleyici, derinden etkileyici olması belirleyici olmaktadır. Yazınsal yapıt, her yönüyle biriciktir; kopyası yapılabilir, ama aslı asla yeniden oluşturulamaz. Yazınsallığı da yazarın yeteneğine, yazınsal türün özelliklerine, bağlı olduğu çağa ve sanat akımına vb göre değişkenlik gösterir. Özetle yazınsallık, her şeyden önce yazınsal bir yapıtta özgün, yaratıcı, üretken dil kullanımı ve kurgunun bir ürünüdür.

Son söz: Yazınsal metinler çok-yönlü ve çok-anlamlı, hemen her okura göre farklı anlamlar oluşturabilecek bir yapı, görünüm, dil kullanımı, zengin ve değişik sezgi, sezdirim, bilgi ve yorum seçenekleri sunar okurlara…

Yazın’ın işlevleri nelerdir?

Yazın bir sanat dalıdır, dedik biraz önce. Bütün sanat dallarının ortak özellikleri ve işlevleri yanında, yalnızca o sanat dalına özgü belirleyici özellikleri de vardır. Şimdi de, yazın’ın okura yönelik işlevlerine de genel anlamda bir göz atabiliriz:

Yazın, dille yapılan bir kurgulamadır; kişileri ve yaşamları bambaşka biçimlerde algılar, kurgular ve yorumlayarak yansıtır.

Farkında olsun ya da olmasın hemen her okur-yazar kişi, yaşamını kendince, kendi amaç, beklenti ve ilkelerine göre kurgular, ayrıca da buna göre gerçekleştirmenin olanaklarını araştırır, sağlamaya çalışır. Yazıncı ise; kendi yaşadığı ya da yakından tanık olduğu yaşamların içinde önce insanı, duygu ve düşüncelerini, kendince yarattığı dünyasını, bu dünya içinde gelişen ilişkileri odağına alır. Bu odaklama, yaşananları ve yaşayanları birebir yansıtma biçiminde olamaz kesinlikle. Yazıncı yeniden kurgulama, yeniden yaratma süreçleri sonunda, okurlarına değişik, özgün bilgi, duyarlık, sezgi, düşgücü, yaratıcılık vb yönünden bambaşka bir dünya tasarımı sunar, bu dünyanın değerlerini sergiler ve okur farkında olsa da, olmasa da, tartışmaya açar. Her yazın yapıtı, içinde çok sayıda soru ve sorunu barındırır. Yazıncı, okuru bu yolla da okuma/yorumlama sürecinin içine sokmaya çalışmaktadır.

   Yazıncı için “çağın en yetkin tanığıdır”, betimlemesi yapılır. Bu, bir bakıma doğrudur; ancak bu tanıklık, bir tarihçinin, toplumbilimcinin, siyasalbilimcinin, ruhbilimcinin vb tanıklığından çok başka biçimlerde ortaya çıkar. Yazıncının kendine özgü yazınsal/yorumsal doğruları ile bilimcinin/bilimin doğrularının, her zaman, her bağlamda pek de örtüşmediği gözlenir. Aslına bakarsanız, örtüşmesi de gerekmiyor; beklenmiyor da zaten… O nedenle, yazıncının doğrularıyla bilimcinin doğrularını karşılaştırıp, biri lehine, öbürü aleyhine yorumlar yapmak yanıltıcı olacaktır. Açık seçik söylenmesi, farklılıkların bulunması beklentisi ağır basar bilimcinin söyleminde. Yazıncı, bir bakıma bilimin betimlediği dünya, kişi, ilişkiler vb dışında da farklı bir dünya olabileceğini, değişik kişilerin ilginç özellikler taşıyabileceğini, şaşırtıcı, sevindirici, ürkütücü ilişkiler geliştirebileceğini göstermeye çalışır. Okur, bilimsel doğrularla bilgilenir, kimi zaman bunlara hayran kalır; ancak bağnazlar, inançsal sapkınlar gibi, bilimsel doğruları amaçsız biçimde tartışmaya girişmez. Ancak yazın yapıtları, işte bu bağlamda ilgili okura yeni bir tartışma ve yorum alanı açmaktadır…

Yazın insanla insanları buluşturur.

Yazın yapıtları, yaşarken bir türlü buluşma olanağı bulamayan insanları yan yana, karşı karşıya getirir; tanıtır, ilişki içine sokar, sonuçları üzerinde sorgulamaya yöneltir. Yaşam size bu fırsatı tanımakta çok da cömert davranmaz. Ama bir yazın yapıtı, sizi başkalarıyla buluştururken, sizin kendi üzerinize dönüp, kendinizi yeniden düşünme fırsatı da yaratmaktadır. İşte bu değişik yaşama tanıklık, hem okur için seçenek oluşturur, hem de önüne açılan yeni fırsatları değerlendirmesini önerir. İş bu kadar iyimser olmanızla sınırlı değildir; yazıncı sizin aykırı, sevimsiz, yoz insanlarla buluşmanız için de ortamlar yaratır. Kısacası yazın, doğru ile yanlışın denektaşı işlevini de yüklenebilir… Her buluşma, iyi, olumlu olacak diye de bir düşünülemez yaşamda da, yazınsal yapıtlarda da…

– Yazın, bireyin toplumsallaşmasının ana kaynaklarından biridir.

Yazın yapıtları konuları, yazarlarının yaklaşımları, ortaya koydukları açısından, çok kesin olmasa da, “özel” ve “toplumsal” olarak sınıflandırılabilir. Yazın yapıtlarında bu özelliğin ağırlığı, yazarına, çağına, bağlı olduğu akıma göre değişebilir. Ne olursa olsun, kanımca yazın toplumsallaşma sürecinde de okuru yakından etkilemektedir. Öncelikle kişilere değişik iletişim kurma becerisinin örneklerini sunar. Okurun o güne değin hiç denemediği bir iletişim yolu ilgisini çekebilir, öyle bir ilişki içinde kendisinin neler yapabileceğini düşündürür ve tartıştırır. Bu bile, birey-toplum ilişkilerinin gelişmesinde önemli adımlardan biri sayılır. “Bir kitap okudum hayatım değişti” sözü, daha çok yazın yapıtları için kanımca daha geçerli sayılabilir…

– Yazın, ilgili okurlarda her zaman gerçekçi bir farkındalık yaratır.

Yaşamın kısalığı, sınırlılığı birçok ayrıntıyı görmemizi, yaşamamızı, özümsememizi olanaksız kılıyor doğallıkla. Bu konuda da yardımımıza yazın, yazın yapıtları yetişiyor. İlgili okur, eksiklerini bildiği için, hem yazın türü seçiminde, hem de (yerli ve yabancı) yazar seçiminde, biraz da eleştirmenlerin ve yazılanların yönlendirmesiyle, okuma eylemine yön verir; kurgusal metinlerde tanık olduğu kişi, olay, ilişki, etki ve tepki, olumlu ve/veya olumsuz sonuçlardan farkındalığı konusunda eksiklerini giderecek, boşluklarını dolduracak yardımları alabilir. Okur farkındalık yüzdesini artırınca duygusal ve düşünsel tepkiler verme konusunda ikircikli durumlar yaşamamaya başlar…Yaşasa bile, bu da onun farkındalığının bir yan ürünü olarak kabul edilmeli…

– Yazın okurlara karşılaştığı şu ya da bu durumlarda belli duyarlıkları kazandırır.

Normalde hemen herkes, yaşadıkları, karşılaştıkları, duydukları olaylar karşısında belirli duygusal bir tepki gösterir. Hemen her yazın yapıtı da, bir yönüyle okurlarının duyarlığını harekete geçirmek ister, bunu ya doğrudan ya da dolaylı tepkilerle somutlaştırır. Gerçi günlük yaşamın hızı ve değişkenliği, değişik duyarlıkların oluşmasını da beraberinde getirmektedir. Ancak bu, günlük yaşamın hızı karşısında hemen her zaman yetersiz kalır. Özellikle yazınsal yapıtlar karşısında uyanık kalmaya çalışan okurlar, değişik duyarlıklara da kapılarını açarlar. Bunlar çoğu kez tepki biçiminde ortaya çıkar; bunu da, “sevme, beğenme, hoşlanma, ilginç bulma; hoşlanmama, sevmeme, farkında olma, nefret etme, öç alma isteği duyma, kötü olanlara karşı tutum takınma, iyilerle yakın ilişki kurma, onlarla yardımlaşma, muhtaçların yanında yer alma” gibi çok değişik biçimlerde dışa vurmaktadır. Yazınsal yapıtların çekici, büyüleyici yönüne, yazarın yönlendirici tutumuna kendini kaptıranlarda daha da belirginleşir bu tepkiler…

– Yazın, okurların düşünme yetisini de kışkırtır.

İlgili okur hemen her okuduğu kitap üzerine kendi düşüncesine katkısı olduğunu bilir ve bunu görmek ister; ayrıca kendisinin de bu konuda neler düşündüğünü kendine sorar. Çünkü dünya sorunlarını (savaşlar, çevre kirliliği, uzay çalışmaları, salgın hastalıklar, iklim bunalımı, ahlaksal çöküşler vb), yanlış gelişen işleri/ilişkileri vb işleyen yazıncı, özel bir kurgu eşliğinde okurlara sunduğu yapıtlarıyla, okuru da harekete geçirmek ister, okurdan da düşünmesini, çözümler üretmesini bekler. Yazın, özünde düşünmeye bir tür çağrıdır; bu çağrı evrensel bir değer de taşımaktadır; çünkü amaç ortaktır: “Bütün sorunları birlikte tartışarak, olası çözümler üretmek ve yaşamı insancıl bir çizgiye getirmek.” Bu da ancak derin düşünmekle gerçekleştirilebilecek bir durumdur.

– Yazın yapıtları bireyin düşgücünü harekete geçirir, zenginleştirir.

Yazın yapıtları doğası gereği kurmacadır; burada oluşturulan kurmaca dünya, düşgücünün ürünüdür. Bundan dolayı olaylar, kişiler, yerler, yaşanan zamanlar, gerçek dünyadakilere benzer, ancak onlarla birebir örtüşmez. Doğallıkla gerçek dünyadan/yaşamdan birtakım etkiler, izler, esintiler, benzerlikler taşır. Yazıncı okurda gerçeklik duygusu uyandırmak için bunları sanki gerçekmiş gibi anlatma yolunu seçmiştir. Okur, yazın yapıtlarıyla kurgulanan bu dünyaya benzer dünyalar olabileceğini düşlemeye başlar. Bununla da kalmaz, okurun da kendi düşgücünü harekete geçirip, onun da kendi dünyasında birtakım düşler kurup bunları yaşama geçirmeye yönlendirir bir bakıma; okur, bu süreçte yazın yapıtını bir bakıma yeniden kurgulayıp kendince yazar da…

– Yazın ürünleri okurlara doğa, toplum, insanla vb ile ilgili bilgiler de verebilir.

“Yazın yapıtlarında, ne anlatıldığı değil, nasıl anlatıldığı önemlidir”, derler. Ayrıca yazın yapıtlarının bilgi vermek üzere yazılmadığını, bu nedenle belli bir alanda bilgi edinmek isteyenlerin yazın ürünlerine değil de, ilgili alandaki düşünsel ve bilimsel kitaplara başvurması gerektiğini ileri sürerler. Bu görüşte büyük bir doğruluk payı olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, yazında nasıl anlatıldığı kadar, ne/neler anlatıldığı da gerçekten önemlidir; eğer böyle olmasaydı, yazın yapıtlarını okumak boş bir çaba olarak değerlendirilebilirdi. Uygulamadan biliyoruz ki, ilgili okur, yazın ürünlerinden de, doğrudan ya da dolaylı, birtakım bilgiler devşirmesini bilir. Özellikle insan bilimleri alanında çalışanların, kimi toplumsal olgu ve olayların yorumlarında, aynı konuyu işleyen yazın yapıtlarından amaçlarına uygun biçimde yararlandıklarını biliyoruz. Yazar örtük ya da açık, kimi bilgileri, yorumları okura sunarken, ondan yapıtındaki kimi durum, karakter özelliği ya dönem eğilimlerin bu bilgiler aracılığıyla değerlendirmesini istemektedir sanki…

– Yazın, okurlarda öbür sanat dalları gibi estetik hazlar oluşturur.

Sanatın temelinde haz vardır; bu nedenle her sanat dalının ve yapıtlarının alıcılarında/ tüketicilerinde estetik hazlar uyandırmak amacı taşıdığı herkesçe kabul gören görüşlerdendir. Yazın ürünleri de bu bağlamda okurlarda estetik hazların oluşmasına büyük ölçüde yardım eder. Yazın yapıtları aracılığıyla okurda yalnızca güzel olanlarla ilgili izlenimler/ çağrışımlar yaratılmasıyla yetinilmez; iyi/kötü, güzel/çirkin, doğru/yanlış, olgun/ham, yetkin/yetersiz gibi pek çok kategorilerde de örnekler sunularak okurların, onlar üzerinde değişik değerlendirmeler yapıp haz alma, beğenme, beğenmeme, tiksinme, nefret etme gibi duygu durumları geliştirmeleri amaçlanır. Yazın ürünlerinden alınan hazlarla, okur yaşama daha anlamlı, daha gerçekçi bakmayı, insanları daha değerli görmeyi, kötü olanlara karşı daha uyanık, sevecen, dürüst olmayı, vb alışkanlık durumuna getirebilme olanağını bulur…

– Yazın yapıtları yazıldıkları dile yeni anlatım olanakları, incelikleri kazandırır.

Dilin en çok değişip dönüştüğü, devindiği, yeni söz (deyiş, deyim, atasözü vb) ve sözcükler (gündelik sözcükler, terimler vb) türetildiği ve anlatım biçimlerinin denendiği alan gerçekten de yazın yapıtlarıdır. O nedenle yazın dili, dilbilimcilerce “üstdil” olarak değerlendirilir. Her yazıncı, dil içinde kendine özgü apayrı bir dil yaratma kaygısıyla, farklı söylem biçimleri geliştirmeye çalışır. Bu süreçte yeri gelir, dile yeni sözcükler, deyişler katar, çok zor olsa da deyimsel öbekler ekler, daha da ileri gidip dilin sınırlarını zorlar, dilin anlatım olanaklarını zenginleştirir. Özetle, yazın yapıtları aracılığıyla dil, sürekli dönüşür, devinir. Yazıncının özel dil kullanımındaki değişiklikler, ilginçlikler genel dile yansıdıkça, genel dil de hem sözvarlığı, hem de deyiş (biçem, üslup) bakımlarından varsıllaşmaktadır. Bu süreç okura da, yazın diliyle daha ayrıntılı ilgilenme gereğini duyurur…

– Yazın yapıtları, okurlarda dil sevgisi ve bilinci oluşturur, geliştirir.

Yazın’ın dille yapılan bir sanat olduğunu bir kez daha vurgulayalım ve yazın ürünlerinin okurlarda sağlam bir dil bilgisi, sevgisi ve bilinci oluşturma işlevi gördüğünü de belirtelim. Evet, yazıncı, dille plastik bir araç-gereç gibi oynar; yeni sözcükler türetir, yeni sözler (deyimsel sözler, özsözler vb) üretir; yerine göre alışılmamış bağdaştırmalar yapar, dilsel ve toplumsal sapmalara başvurur; bütün bunları söz ve anlam üzerinde kimi oyunlarla (benzetme, karşılaştırma, aktarmalar, eğretilemeler, vd) gerçekleştirir. İlgili, bilgili ve dikkatli okur, bunları çözümlemekte çok da zorlanmaz. Böylelikle o da anlatılması en zor durumları bile tıpkı yazıncılar gibi dille anlatma/yansıtma konusunda benzer tutumlar takınır; dille varoluşunun bilincine varır, böylelikle dille, dilde yaratıcı yönlerini geliştirmeye başlar…

– Yazın ürünleri, okuma alışkanlığı edinilmesine anlamlı katkılar sağlar.

Yazın yapıtlarında kullanılan özgün, değişken, renkli ve canlı dilin yanında, ilgi çekici konusu ve içeriğiyle, okurla yapıt arasında sıkı ilişkiler kurulduğuna da tanık oluruz. İlgili okurun kendini okumaya kaptırması, bu bağlamda doğal bir sonuç olarak görülmelidir. Bununla da yetinmez okur, kitap okumayı düşünsel/duygusal beslenme olarak algılamaktadır. Şu gerçeğin altını bir kez daha şöyle çizebiliriz: Yazın yapıtını okutan, her şeyden önce yazarının özene bezene oluşturduğu, bir bakıma çekici/büyülü dili ve anlatımıdır. Bu dil ve anlatım da, yazardan yazara, çağdan çağa, türden türe değişkenlik gösterir doğallıkla…

Sonuç

Türk ve yabancı, kaliteli gençlik yazını ürünleri (şiir, öykü, roman, oyun vd) genç okurlarda okuma sevgisinin ve alışkanlığının gelişmesinde kilometre taşı görevini üstlenmiştir. Küçük yaşta okuma zevkine varan çocuklar, gençlik çağında artık yazını, yaşamın vazgeçilmez öğelerinden biri olarak kabul etmektedirler.

Gençler, yaşlarına, algılama ve kültür düzeylerine seslenen yazın ürünlerini okuyarak toplumsallaşmanın aşamalarını geçip olgunlaşırlar. Günlük yaşamda karşılaştıkları/ yaşadıkları, yazın yapıtlarında okudukları kimi olaylar, bu olaylarda öne çıkan aktörler, genç okurlar üzerinde olumlu ya da olumsuz etkiler yaratabilir. İşte bu etkiler, gencin düşünme ve hayal etme gücünün, sorgulama ve yargılama yetisinin gelişimine yarar; bu sürecin iyi yaşanması durumunda da, genç, toplumla ilişkilerinde bunun verimlerini yaşamına geçirmeyi öğrenir.

Gençler, çevrelerindeki insanlar ile yazın yapıtlarında karşılaştığı insanlar arasında birtakım karşılaştırmalar yapıp onlar hakkında belirli bir karara varabiliyorlar. İnsanların tek tip olmadıklarını, aynı olay, durum karşısında bütün insanların her zaman aynı tepkiyi vermediklerini öğreniyorlar. Ayrıca tepkilerin hangi bağlamlarda olumlu, hangi bağlamlarda olumsuz olabildiğinin bilgisine varıyorlar. Bunun için anababalar ve eğiticiler de, gençlerin kitap seçiminde çok ama çok özenli, titiz davranmalıdır.

Gençlerin kimliklerini oluşturma sürecinde en büyük yardımcıları arasında yazın ürünleri de yer alır. Gençlik romanlarındaki “baskıcı baba, koruyucu anne, hırçın üvey anne, kıskanç kardeş, başarılı akran, sevecen babaanne, hoşgörülü komşu” gibi iyi ve kötü kahramanlar, kimlik oluşturma süreçlerinde gençlere seçenekler sunar. Çocukken belirginleşmeye başlayan kimliksel özellikler, gençlik evresinde yeni yaşama ve okumalarla biçimlenerek olgunlaşma sürecine girer…

Gençlerin yazınla buluşmasında, başta ailenin ve öğreticilerin, bu arada kütüphanecilerin ve özellikle yayıncıların çok büyük etkisi ve rolü vardır; gençlik yazını türünde ürünler veren yazarların da, gençlerin her yönüyle, özellikle duygu ve düşünce evrenlerini, gereksinmelerini çok iyi kavramış olmaları beklenir. Konu seçimi, konuya yaklaşım, olay örgüsü, doğrudan ya da dolaylı verilecek iletiler (ve alt iletiler), kendini sürekli ve kolay okutturan, yetkin bir dil kullanımı; bir yandan gençlik yazını ürünlerinin niteliğini (sanatsal değerini) yükseltecek, öbür yandan gençler üzerindeki dönüştürücü etkisini (yazınsal işlevini) daha da yaygınlaştıracaktır…

Yazından kopmuş bir yaşama biçimi, yaşamdan da kopmuş sayılır…

Okuma Kaynakçası

Akşit Göktürk, Okuma Uğraşı, İnkılap Yay., İstanbul, 1988.

Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yay., İstanbul, 1999.
Doğan Aksan, Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, Engin Yayınları, Ankara, 2006.

E.M. Forster, Roman Sanatı (çev: Ünal Aytür), Milenyum Yayınları, İstanbul, 2019.

Emel Kefeli, Batı Edebiyatında Akımlar, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2013.

Erdoğan Alkan, Şiir Sanatı, İnkılâp Yay., İstanbul, 2006.

Fethi Naci, Yüz Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme, Gerçek Yay., İstanbul, 1981.
————-, Yüz Yılın 100 Romanı, Gerçek Yay., İstanbul, 1999.
Gerard Genette, Anlatının Söylemi-Yöntem Hakkında Bir Deneme, çev. Ferit Burak Aydar, Ayrıntı Yay., İstanbul 2020.

İlhan Berk, Şiirin Çizdiği – Edebiyat ve Şiir Üzerine Yazılar, YapıKredi Yay., İstanbul, 2019.

İsmail Çetişli, Türk Edebiyatında Batılı Akımlar, Akçağ, Ankara 2019.

Jale Parla, Don Kişottan Bugüne Roman, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000.

Jean Paul SartreEdebiyat Nedir? (çev. Bertan Onaran),  Payel Yay., İstanbul 1995.

Kemal Bek, Şiirden Eleştiriye, Donkişot Yay., İstanbul, 2001.

Mahir Ünlü, Türkçede Yazınsal Eleştiri: Eleştiri-Eleştirmenler-Eleştiriler, İnkılap Yay., İstanbul, 2018.

Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri I, II, İÜEF Yay., İstanbul,1954-1965.

Mehmet Rifat Güzelşen, Yazınsal Metin Üstüne Araştırmalar, Sel Yay., İstanbul, 2021.

Mehmet Tekin, Roman Sanatı, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2000.
Mehmet Yalçın, Şiirin Ortak Paydası 1- Şiirbilime Giriş, İkaros Yay, İstanbul, 2010.

——————-, Şiirin Ortak Paydası 2 – Kuram ve Çözümlemeler, İkaros Yay., İstanbul, 2010.

Milan Kundera, Roman Sanatı, çev. İsmail Yerguz, Afa, İstanbul, 1989.

Nasıl Bir Edebiyat Eğitimi (çalıştay bildirileri, yay.haz. Oya Adalı, ÇYDD Yay. İstanbul, 2002),

Nermi Uygur, İnsan Açısından Edebiyat, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1985.

Nurullah Çetin, Şiir İncelemeleri, Akçağ Yay., Ankara, 2015.

Oktay Taftalı, Edebi Söylem ve Varoluş, Mühür Kitaplığı, İstanbul, 2015.

Oya Adalı, Etkileşimli ve Eleştirel Okuma Teknikleri, Toroslu Kitaplığı, İstanbul, 2010.

Özdemir İnce, Yazınsal Söylem Üzerine, Can Yayınları, İstanbul 1993.

Şerif Aktaş, Edebiyatta Üslup ve Problemleri, Ankara, 1986.

————-, Şiir Tahlili Teori-Uygulama, Akçağ Yay., Ankara 2010.

Şükran Kurdakul, Çağdaş Türk Edebiyatı, 2 c., Broy Yay., İstanbul, 1986.
Tahir Alangu, Cumhuriyetten Sonra Hikâye ve Roman, 3 c., İstanbul Matbaası, İstanbul, 1968.

Türk Romanı Özel Sayısı, Hece, nr. 65-67, Mayıs-Temmuz 2002.

Yıldız Ecevit, Türk Romanında Postmodernist Açılımlar, İstanbul, 2001.

Bu yazıyı paylaşın
error: İçerik koruma altındadır!!
Scroll to Top