O gece Miray, yaşananları günlüğüne kaydetti. Bu elektronik günlüğün 17 Mayıs 2155 tarihli sayfasında şöyle yazıyordu: “Tolga, bugün gerçek bir kitap buldu!”
Tolga’nın bulduğu kitap, çok eski bir kitaptı. Bir gün Miray’ın dedesi, ona tüm hikâyelerin kâğıtlara basıldığı bir dönem olduğundan bahsetmişti. Hatta insanlar, hikâyeleri okumak için tuhaf bir şekilde sararmış sayfaları çevirirmiş. Miray’ın dedesi de bunu kendi dedesinden duymuştu. Oysa ekran üzerinde hareket etmesi gerektiği hâlde hiç kıpırdamadan duran o kelimeleri okumak, gerçekten çok komik ve tuhaftı. Dahası bir önceki sayfaya döndükleri zaman karşılarına demin okumuş oldukları kelimeler çıkıyordu.
“Ya, bu ne saçma şey!” diye söylendi Tolga. “Öyle görünüyor ki kitabı bitirdiğin zaman kaldırıp bir kenara atıyorsun. Bilgisayarlarımızda bu kitapların milyonlarcası bulunuyor ve daha bir o kadarı için de yer var. Bu yüzden ben bilgisayarı kaldırıp bir kenara atmam.” diye ekledi. “Benim bilgisayarımda da durum aynı.” dedi Miray. Küçük kız 11 yaşındaydı, Tolga ise ondan iki yaş büyüktü. Bu yüzden Miray, henüz Tolga kadar elektronik kitap görmemişti.
“Kitabı nerede buldun?” diye sordu Miray. Bulduğu kitabı okumakla meşgul olan Tolga, pek de aldırış etmeyen bir edayla: “Evimde, tavan arasında.” diye cevap verdi. Miray tekrar sordu: “Peki, kitap ne ile ilgili?” Tolga, kitabın okul ile ilgili olduğunu söyleyince Miray da küçümseyen bir tavırla: “Okul mu? Iyyy! Okul hakkında yazılacak ne olabilir ki? Nefret ediyorum şu okuldan!” diye homurdandı. Aslında Miray, okuldan hep nefret ederdi. Ancak bu aralar her zamankinden daha çok nefret ediyordu. Robot Öğretmen, Miray’a coğrafya dersiyle ilgili peşi sıra testler veriyordu. Miray da her testte daha kötü notlar alıyordu. Annesi, bu duruma daha fazla kayıtsız kalamadı. Bir sorun olduğunu düşündü ve arızaları denetleyen müfettişi çağırdı.
Kısa boylu ve hafif şişman biri olan Müfettiş’in yüzünde bir tebessüm, elinde ise bir kablo ve üstü göstergelerle dolu olan bir alet çantası vardı. Müfettiş, Miray’a gülümsedi ve cebinden bir elma çıkarıp ona uzattı. Sonra da önünde duran robotu parçalara ayırdı. Miray, Müfettiş’in robotu eski hâline getirememesini umut etti. Ancak Müfettiş, işinde ustaydı ve aşağı yukarı bir saat sonra o büyük, pis ve çirkin robot tıpkı eskisi gibi Miray’ın karşısında duruyordu. Dev ekranda yine tüm dersler yer alıyor ve sorular soruluyordu. Aslında bu o kadar da kötü değildi. Zaten Miray’ın nefret ettiği şey ekran değil, yaptığı ödevleri ve çözdüğü testleri koymak zorunda olduğu kart yuvasıydı. Bu testlerin optik form üzerinden doldurulması, Miray’a henüz altı yaşındayken zorla öğretilmişti. Robot olan öğretmen de hemencecik notunu hesaplıyordu.
Müfettiş, işini tamamladıktan sonra gülümsedi ve Miray’ın başını okşadı. Daha sonra Miray’ın annesine dönerek: “Meltem Hanım, küçük kızın bir suçu yok. Öyle görünüyor ki coğrafya dersinin programı biraz fazla hızlı ayarlanmış. Bu tür sorunlar zaman zaman yaşanır. Dersin hızını 11 yaşındaki birinin seviyesine göre yavaşlattım. Aslında bakılırsa kızınızın genel gelişim durumu oldukça iyi.” dedi. Ardından bir kez daha Miray’ın başını okşadı. Miray, hayâl kırıklığına uğramıştı; Müfettiş’in bu robotu toplayıp götüreceğini düşünmüştü. Çünkü Müfettiş, bir keresinde Tolga’nın öğretmenini tarih dersinin programı tamamen silindiği için neredeyse bir aylığına alıp götürmüştü.
Müfettiş gidince Miray, Tolga’nın yanına tekrar giderek: “Neden birileri okul hakkında kitap yazsın ki?” diye sordu. Tolga, son derece kibirli gözlerle Miray’a baktı: “Off, aptal aptal konuşma! Bu okul bizimki gibi bir okul değil, yüzlerce ama yüzlerce yıl öncesine ait bir okul.” dedi. “Yüzlerce yıl öncesine” ifadesini yüksek sesle ve dikkatli bir şekilde yineledi. Miray incinmişti. “Bu kadar yıl öncesinde okulun nasıl bir yer olduğunu hayal edemedim.” dedi ve Tolga’nın omzunun arkasına geçip bir süre onunla beraber kitabı okumaya koyuldu. Sonra birdenbire: “Nasıl yani! Onların bir öğretmeni mi varmış?” diye bağırdı. “Elbette bir öğretmenleri vardı ama bu sıradan bir öğretmen değildi. Bu öğretmen bir insandı.” dedi Tolga. Miray, çok şaşırmıştı: “İnsan mı? Yok artık! Nasıl olur da bir insan öğretmen olabilir ki?” diye tepki verdi. Tolga, isteksizce cevapladı: “Yani çocuklara bir şeyler öğreten, onlara ödevler veren ve sorular soran bir insandı.” Bunun üstüne Miray, biraz düşündü ve: “Ama yeterince zeki değildir herhâlde.” diye sorgulamaya başladı. “Elbette zekiydi.” dedi Tolga ve devam etti: “Mesela benim babam, öğretmenim kadar bilgili biridir.” Bunu duyan Miray, kaşlarını çatıp: “Hadi oradan, bu mümkün değil! Bir insan bir öğretmen kadar bilgi sahibi olamaz ki!” diye cevap verdi.
Bu sohbetin üzerine Tolga, bu insan öğretmenlerin neredeyse robot öğretmenler kadar bilgili oldukları konusunda bahse bile girebileceğini söyledi. Miray’ın bu durumu tartışmaya niyeti yoktu ama yine de: “Bana ders verecek yabancı bir kişiyi evimde istemezdim.” dedi. Tolga, katıla katıla gülmeye başladı ve ardından: “Hiçbir şey bilmiyorsun Miray! Öğretmenler evlerde yaşamıyordu ki! Özel bir binaları vardı ve bütün çocuklar oraya gidiyordu.” dedi. “İyi ama bütün çocuklar aynı şeyleri mi öğreniyordu?” diye sordu Miray. Tolga onu başıyla onayladı. Miray devam etti: “Ama annem, robot öğretmenin çocukların zekâ seviyesine göre bireysel olarak ayarlanması gerektiğini çünkü her çocuğun farklı düzeylerde eğitilmesinin şart olduğunu söyler durur.” Tolga cevap verdi: “İyi ama o zamanlar eğitim bu şekilde yapılmıyordu ki! Ayrıca kitabı beğenmediysen de okumak zorunda değilsin.” Miray hemen sözü alıp: “Beğenmediğimi söylemedim.” dedi. Öyle görünüyordu ki geçmişteki bu tuhaf okullar hakkında o da bir şeyler okumak istiyordu.
Ne var ki daha kitabı yarılamadan Miray’ın annesi seslendi: “Miray! Ders zamanı!” Miray, kafasını kitaptan kaldırıp: “Anneee, henüz değil!” diye yakındı. Meltem Hanım, kararlı bir şekilde: “Hayır, şimdi!” dedi ve ekledi: “Muhtemelen Tolga’nın da ders vakti gelmiştir.” Derse gitmek zorunda olduğunu anlayan Miray, Tolga’ya: “Dersten sonra kitabı biraz daha okusak nasıl olur?” diye sordu. Tolga, ilgisiz bir şekilde: “Belki…” dedi ve tozlanmış eski kitabı kolunun altına sıkıştırıp ıslık çalarak oradan uzaklaştı.
Miray, yatak odasının hemen yanında yer alan dersin yapıldığı odaya gitti. Robot hazırdı ve kendisini bekliyordu. Miray’ın annesi, çocukların belirli saatlerde düzenli çalıştıklarında daha iyi öğrendiğini düşünüyordu. Bu nedenle robot, cumartesi ve pazar günleri hariç her gün aynı saatte derse hazır oluyordu.
Ekran açılıverdi ve komut gelmeye başladı: “Matematik dersinin bugünkü konusu, basit kesirlerin toplanmasıdır. Lütfen dünkü ödevinizi uygun yuvaya yerleştiriniz.” Miray, bir of çekerek denileni yaptı. Dedelerinin zamanında çocukların gittiği eski okulları düşünmeye başladı. Dört bir taraftan gelen çocuklar; okul bahçesinde gülüp bağrışıyor, sınıfta birlikte oturuyor ve günün sonunda hep beraber eve gidiyordu. Hatta hepsi aynı şeyleri öğreniyor ve ödev konusunda birbirlerine yardımcı olabiliyorlardı. En önemlisi de öğretmenleri insandı…
Robot Öğretmen, ekranda ders anlatmaya devam ediyordu: “½ ile ¼’ü toplarsak…” Bu sırada Miray, eski günlerde çocukların okulu ne kadar çok sevmiş ve ne kadar eğlenceli günler geçirmiş olabileceklerini hayâl ediyordu.
Yazar: Isaac Asimov
İngilizceden Türkçeye Çeviren: Ali Ölmez
Düzeltmen: İrem Tunay
Kaynak Metin: Öykü, ilk olarak 1951 yılında Boys and Girls Page adlı dergide, daha sonra 1954 yılında The Magazine of Fantasy & Science Fiction dergisinde tekrar yayınlanmıştır. Metne erişim için: (Çevrimiçi) http://visual-memory.co.uk/daniel/funtheyhad.html , 27.12.2020