Devrilmeyen Put: Baba Evrilmeyen Rol: Oğul

Buğrahan Küskün

Bireyler doğumlarından itibaren var oldukları toplumların kültürleriyle harmanlanırlar. Bu kültür dairesi içerisinde dünyaya gelen bebekler, çocukluk ve gençlik yıllarında toplumun kurallarını ve değişmez yargılarını üstlenirler. Erkek ve kız çocukları üzerinde bu değişmez yargıların travmatik sonuçları ilerleyen yaşlarda kendisini göstermeye başlamaktadır. Cinsiyet farklarından dolayı erken dönem çocukluk evrelerinde bilinçlerine işlenmeye başlayan bu yargıların değişmesi ve dönüşmesi epey zaman almaktadır. Her kültürün kendine has kuralları olduğu kadar evrenselleşen ve hemen her toplumda görebildiğimiz cinsiyetler üzerinden yargılar da mevcuttur. Kız çocukları üzerlerinde ev işleri yapma zorunluluğu, duygusal olma zorunluluğu, ağır işlere ellerini sürmemeleri, kırılgan ve narin olmaları gibi yargıları doğduklarından itibaren üstlenirler. Bu yargılar büyükanne ve annelerinden kızlara aktarılan bir miras gibi devam ettirilir. Erkek çocuklarında ise güçlü olma, ev geçindirme, duygularını belli etmeme gibi kalıplar nesilden nesle aktarılır. Dergimizin bu ayki temasının baba ve oğul olması hasebiyle bu yazıda erkek çocuklarının toplum yargılarını üstlenmeleri, bu davranış biçimlerinin babalarıyla ilişkileri ve bu yargıları kırma çabalarını ele alacağız. 

 

Ataerkil toplumların erkeklere getirmiş olduğu birçok özellik vardır. Bu özelliklerin hemen hepsi onlara neredeyse doğdukları andan itibaren dayatılmaya başlanır. Bilhassa erkek çocukları üzerinde yapılan planlar, yetiştirme tarzları, kullanılan dil önemli koşutlar oluşturur. Bu koşutlar oluşturulurken babalarının erkek çocukları üzerinde büyük bir rolü vardır. Nitekim baba olan erkeğin de toplumun yarattığı rollere uyma çabasının erkek çocuğu üzerinde önemli bir etkisi vardır.

“Ataerkil toplumsal yapı hayatın her alanını inşa ettiği gibi erkeğin baba olarak çocuklarına yakınlığını ve şefkatini de sınırlandırmaktadır. Aile reisi olarak kabul edilmesi ve bu sistemin erkeklerden beklentilerinden dolayı duygularını göstermeme, otoritesini kaybetmeme, zayıf görünmeme gibi kalıplar erkeklerin babalık rolünü uygulamalarını sınırlamakta ve zorlamaktadır.” (Demez-Yüzer, 2021: ss.15-34)

Ebeveynlerin erkek çocuklarına “aslan oğlum”, “paşam”, “delikanlı” gibi hitap sözcükleriyle yaklaşmaları; “çok can yakacak”, “yere bakan yürek yakan” gibi cümlelerle cinsiyetine vurgu yapmaları çocuklara küçük yaşlarından itibaren toplumda erkekliğin rolü hakkında bir izlenim verir. Nihayetinde erkek çocukları bu davranışlar altında büyür ve gelecek yaşantılarını kurgularlar. Babalar içinse yakın çevrelerinden verilen birtakım tavsiyelere rastlarız. Örneğin baba oğlunu “sert, korkusuz vb.” şekillerde yetiştirmelidir. Bir erkek çocuğunun “futbol sevmesi, kavgacı bir yapıya sahip olması, büyüdüğünde bir erkeğe uygun bir meslek seçmesi ve eve ekmek getirmesi ve hiçbir olay karşısında ağlamamaları” gibi toplum tarafından belirlenmiş yargılar vardır.

“Geleneksel babalık Boratav vd.’ye göre babaların otoriter bir öğretmen rolü üstlendikleri, evdeki disiplin ve kontrolü sağladıkları, çocuklarla ilgili tüm kararlarda söz hakkına sahip olduğu bir yapıdır. Bu durum, erkekliğe yüklenen değerlerle ilişkilidir. Erkekliğin güçlü ve başarılı olmak, mantığıyla hareket etmek, tüm ilişkilerde otorite konumunda yer almak, duygusallıktan ve şefkatten uzak olarak kodlanması babalığın inşasında da etkili olmaktadır. Erkekler tüm bu özellikleri yine babalarını taklit ederek öğrenmekte ve içselleştirmektedir.” (Demez-Yüzer, 2021: ss.15-34)

Nesilden nesle aktarılan erkeklik yapısı ve düşüncesiyle babalar bir erkek çocuğa sahip olma gerekliliği altına girerler. Hissedilen bu gereklilikle beraber erkek çocuğu bir gurur meselesi haline gelir. Bu gurur meselesi üzerinden dünyaya gelen erkek çocuğunda henüz doğduğu andan itibaren babasıyla kurduğu ilişki ataerkil sistemin bir getirisi haline gelir. Dünyaya gelen erkek çocuğuyla baba, bulunduğu toplum içerisinde başı öne eğilmemiş bir halde dolaşmaya ve oğlan çocuğunu sergilemeye başlar. 

Toplumsal yapılaşma içerisinde var olan kurallardan biri “erkek adam ağlamaz.” kalıbıdır. Bu tanım sadece babadan oğula değil, bütün bir toplum tarafından erkeğe kanıksatılır. Bir erkek çocuğunun hayatındaki ilk idolünün genellikle babası olması, bu tanımı önce babasından öğrendiği anlamına gelmektedir. Henüz küçücük bir çocukken erkeğe öğretilmeye başlanan bu rol, herhangi bir olay karşısında tepkisini ağlayarak gösteren çocuğa ağlamaması gerektiğini gösterme çabası içerisindedir. Birçok erkek gibi hayat karşısında sert, yıkılmaz, her şeyin üstesinden gelen bir çocuk yetiştirmek isteyen baba, oğlunun hiçbir durum karşısında ağlamasını istemez. Ağlamak, bir zayıflık göstergesidir ve “erkek adam zayıf olamaz”. Bu noktada bahsi geçen kalıplaşmış kuralları yıkabilmek adına edebiyat bir aracı görevi üstlenmektedir. Edebiyatın öğretici ve aydınlatıcı yönünün Tanzimat döneminden itibaren kullanıldığını görmekteyiz. Bu dönemde çocuklar için yazılan hikâyeler, gazete fıkraları ortaya çıksa da bunların pedagojik açıdan tartışmaya açık metinler olduğu söylenebilir. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte çocuğun eğitimi ve ideal bir çocuk yetiştirme anlayışı edebiyata da dahil olmaya başlamıştır. Zaman geçtikçe dönem şartlarına bağlı olarak erkek çocuk stereotiplerinin edebiyata yansıdığını görüyoruz. Yazarlar bu stereotipler üzerinden “İdeal erkek çocuğu nasıl olmalı?” sorusu üzerine tartışmalara metinlerinde yer vermiştir. Bu bağlamda son yıllarda pedagojik çalışmaların ilerlemesiyle birlikte çocuk edebiyatında farklı bir bakış açısı yer almaya başlamıştır. Bununla beraber erkek çocuklarına yakıştırılan bu rollerin baba-oğul ilişkisi içerisinde yeni bir zeminde tekrar kurulmaya başlandığını görüyoruz. Konu üzerine hem Türk edebiyatında hem de dünya edebiyatında örnekler sunulabilir.

Edebiyat Bağlamında Baba-Oğul İlişkisi ve Erkek Adam Ağlamaz Teması

Babamın Gözyaşı - Picture Book on Behance

Edebiyatın her yaş grubundaki insanların psikolojik durumunda ve farkındalıklarının oluşumunda etkili olduğu söylenebilir. Bu noktada çocuk edebiyatı da çocukların bilinçlenme ve duygu gelişimlerinin sağlıklı bir şekilde ilerlemesi açısından çok önemli bir yer tutmaktadır. Türk edebiyatında baba-oğul ilişkisi ve bu ilişkiden doğan kalıplar üzerine farkındalığa yer veren Şeyma Göksay’ın “Babamın Gözyaşı” adlı kitabı, baba-oğul ilişkisi bağlamında yıllardır süregelen erkek stereotiplerini yıkmaya çalışan bir örnek olarak gösterilebilir.

“Erkekler ağlamaz derler. Bu doğru değil. Benim tanıdığım bir erkek var ki, ağlaması gelince ağlıyor: Babam.” (Göksay, 2021: s.4)

Kitabın henüz ilk cümlesinden anlaşılacağı üzere 3-6 yaş öğrenmeye açık çocuk grubuna yaşadıkları toplumun aksine erkeklerin de duygularını gözyaşı dökerek belirtebileceğini gösteriyor. Bunu salt cümlelerle bırakmayıp çocukların görsel zekâ ile öğrenmelerini gözeterek resimlerle de destekliyor. Kitabın ilerleyen sayfalarında ana karakter olan erkek çocuk, babasını yemek yaparken, bir futbol takımının galibiyet sevincini yaşarken, sevdiklerini uğurlarken, çocuğunun canının acıdığını gördüğünde ve ona ağabey olacağını haber verirken ağladığını görüyor. Ana karakterin babası, duygularını oğlunun yanında açıkça yaşamaktan çekinmiyor ve muhtelif durumlardan ötürü gözyaşları döküyor.

Toplumda kitap karakterlerine benzeyen insanlara rastlamak pek mümkün değildir. Karşılaştığımız zaman ise onların ötekileştirildiğini, yaftalandığını ve belirli duygularının baskılandığını görürüz. 3-6 yaş grubuna hitap eden bu kitap, bir erkeğe duygularını ağlayarak da ifade edebileceğini göstermek isteyen bir örnek teşkil ediyor. Bunu erkek çocuğunun ilk idolü olan baba karakteri üzerinden yapması, çocuğun ileriki yaş gruplarında daha sağlıklı duygu durumlarına sahip olmasına olanak tanıyabilir.

Yukarıda bahsedilen erkek streotiplerinin bütün dünya toplumlarında geçerlilik taşıdığını tekrarlayalım. Türk edebiyatından aldığımız örneğin yanında İngiliz yazar Jonty Howley’in “Erkek Adam Ağlar” adlı kitabını da örnek gösterebiliriz. Yine 3-6 yaş arasına hitap eden bu kitap baba ve oğuldan oluşan iki ana karakter üzerine yoğunlaşıyor.

Bastırılan Duygulara Dair: “Erkek Adam Ağlar” | Artful Living

Kitap, Levi adlı çocuğun yeni bir okula başlayacağı günün sabahıyla açılış yapıyor. Levi’nin kaygılı olduğunu gören babası ne yapacağını bilememesi ve ona evden çıkarken “erkek adam ağlamaz.” demesi kitabın temasını oluşturuyor. Babasının bu söylemi üzerine Levi de ağlamaz ve okula doğru yürümeye başlar. Levi’nin okul yürüyüşü sırasında karşısına farklı yaşlardan birkaç erkek çıkar. Karşısına çıkan ilk kişi gözü yaşlı bir balıkçıdır. Levi kendi içinde babasının ona söylediği cümleyi anımsar: “Erkek adam ağlamaz.”

Levi yürümeye devam ettikçe ağlayan pek çok erkekle karşılaşır: “Gururlu erkeklerin, rütbeli erkeklerin, genç erkeklerin, yaşlı erkeklerin ve hatta motosikletçi erkeklerin, zeki erkeklerin, fırıncı erkeklerin ağladığını gördü. Doğrusu… Her yer ağlayan erkek doluydu.” (Howley, 2020: s.10) Levi okula girerken gözyaşları akmaya başlar. Okulda geçen vaktin ardından eve gitme zamanı gelir. Eve vardığında babasının gözlerindeki yaşları görür. Babasına “Neden ağlıyorsun?” diye sorar. Babası da “Bugün yeni okulundaki ilk günündü ve ben çok endişelendim.” der. Bunun üzerine Levi: “Baba… Erkek adam ağlar, hem de hüngür hüngür ağlar.” şeklinde cevap verir. Ardından babasıyla sarılarak birlikte ağlamaya başlarlar.

metin, ayakkabı, giyim, çizgi film içeren bir resim

Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

metin, giyim, çizgi film, ayakkabı içeren bir resim

Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

Kitap duygularını oğlundan gizleyen bir babanın, “erkek adam ağlamaz” kalıbının temsili olarak güçlü durmasını konu ederek başlıyor. Ana karakter olan Levi, babasının sözüyle bu durumu içselleştirse de toplumun arasına karıştığı zaman erkeklerin kendilerini gizleme ihtiyacı duymadan ağlayabildiklerine tanık oluyor. Böylece Levi, toplum tarafından dayatılan bir yargıyı, babasının öğretisine rağmen sorgulamaya başlıyor. Bu sorgulamanın ardından babasına giderek bir erkeğin ağlayabileceğini söylüyor. Kitap, topluma dayatılan bir yargının bir erkek çocuğu tarafından sorgulanarak reddedilebileceğini gösteriyor ve bu kitabı okuyan/dinleyen çocukların kendilerini karakterle daha kolay özdeşleştirebilmesine olanak tanıyor.

Bu kitapların çocuk edebiyatında yer alması, erkekliğin tanımı üzerinde var olan kalıpların baba ve oğul ilişkisi bağlamında yıkılması açısından değerli bir noktadadır. Yıllardır süregelen baba-oğul ilişkisi ve bu ilişkiden doğan duyguların ifadesini daha sağlıklı bir noktaya getirmek adına önemli bir kilometre taşı görevini görür.

Kaynakça

Howley, J. (2020). Erkek Adam Ağlar. Hippo Kitap. İstanbul.

Göksay, Ş. (2021). Babamın Gözyaşları. Karnaval Çocuk Yayınları. İstanbul.

Demez, G. ve Yüzer, İ. (2021). Ataerkil Güç İlişkileri Bağlamında Baba-Oğul Etkileşimi. Akdeniz Kadın Çalışmaları ve Toplumsal Cinsiyet Dergisi. Sayı:4 (1), 15-34.

Gültekin, A. (2021) Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Yazıları. Erdem Yayınları. İstanbul.

Bu yazıyı paylaşın
error: İçerik koruma altındadır!!
Scroll to Top