Çocuk Kahramanlar Üzerine Kurgulanmış Filmlerde Yoksulluğun Yansıması ve Film Kurgusu İçinde Yoksulluğun Görsel Tanımına Dönük Tanıklıklar

Necdet Neydim

Mehlika Philip

Türkiye’de “Çocuk Filmleri” dediğimizde kendi başına bir film türünden bahsetmiş olmayız. 60’lı yıllardan başlayan bir süreçte “Yeşilçam” olarak tanımlanan film sektöründe 70’li yılların ortalarına kadar gelen süreçte çekilen filmler, “çocuk filmi” olmasa da “çocuksu” filmlerdir ve hedef kitlesi yetişkin ya da çocuk olarak değil aile filmi olarak tanımlansa da çocuksu bir topluma seslenen filmler olarak ele alınabilir. Bu dönemin filmlerinde çocuklar ya anne babasını cezalandırmak için evden kaçmış ya kaçırılmış ya da kaybolmuş çocuklardır. Bu tür filmler genel olarak toplumsal bağlamda gerçeküstü özellikler taşır. Kaybolan, kaçırılan, evden kaçan çocuklar sanki bir koruyucunun kanatları altındaymış duygusuyla kurgulanmış figürlerdir. Bir yanıyla masalsılık vardır; kötüler başlangıçta egemen görünse de sonuçta bir kahramanın ortaya çıkışıyla (bu çocuk da olabilir) iyilerin zaferiyle bitebilir. Çocuk kahramanlı sinemada gerçekçilik 70’li yıllarda başlar ve 70’lerin sonu 80’lerin başında arabesk kültür, çocuk kahramanlı sinemada baskın konuma geçer.

60’lardaki çocuksu filmlerin varlığı, aynı zamanda yeni bir toplum yapısının ya da yeni bir toplum yaratma çabasının öncü görüntüleridir diyebiliriz. Bu araştırma çalışmasına ilk başladığımızda dikkatimizi çeken önemli verilerden biri öncü çocuk kahramanlı filmlerin, ilk başta öykünmeci bir yaklaşımla başlamış olmalarıydı. 40’lı yılların sonunda Amerika’da başlayan çocuk kahramanlı filmlerin en başında Shirley Temple filmlerini görürüz. Daha ilginç olanı “Ayşecik Filmleri” olarak ünlenen dizi filmlerin kahramanı Zeynep Değirmencioğlu’nun filmlerdeki oyununa ve görüntüsüne baktığımızda bir Temple öykünmesi görürüz. Yerlileştirme yapılsa da filmler toplumun yoğun ilgisini çekse de filmlerin dönemin toplumsal gerçekliğiyle çok da fazla örtüştüğünü söylemek mümkün değildir.

Ayşecik Sokak Kızı (1960)

C:\Users\mehlika\Desktop\4_5_6422134.jpg

1960 yapımı siyah beyaz bir filmdir. Filmde Murat Giray (Sadri Alışık) çok sevilen, ünlü bir şarkıcıdır. Çok sevdiği karısıyla mutlu bir hayat sürmektedir. Karısı ilk çocuklarını dünyaya getirirken ölür. Her şeyden çok sevdiği karısını en mutlu gününde kaybeden Murat, çılgına döner ve olanca öfkesi ve üzüntüsüyle bebeğini sokaklara bırakır. Ayşecik artık sokaklarda büyümek zorunda kalmıştır. Bir gecekondu mahallesinde yaşayan Ali (Hulusi Kentmen) adında bir adam ona yardım eder ancak mahalleli Ayşecik’i istemez ve onu mahalleden uzaklaştırmak için ellerinden geleni yaparlar. Sonunda Ayşecik, bu baskıya dayanamaz ve mahalleyi terk eder. Ayşecik bunları yaşarken babası, şöhreti ve rahat hayatı terk etmiş, sokaklarda yaşamaya başlamıştır. O da Ayşecik’i aramaktadır. Ayşecik ise sokakta tanıştığı çalgıcılarla beraber çalışmaya başlamıştır. Bu onun babasına ulaşmasını sağlayacak en önemli yoldur.

Ayşecik Yavrum (1970)

C:\Users\mehlika\Desktop\220px-Yavrumafis.jpg C:\Users\mehlika\Desktop\220px-Yavrumafis (1).jpg C:\Users\mehlika\Desktop\220px-Yavrumafis.jpg C:\Users\mehlika\Desktop\aysecik-yavrum-1970.jpg

1970 yapımı film Adana ve İstanbul arasında örülmüş bir senaryodur. Zengin bir kadın olan Handan ve kocasının çocuğu olmamaktadır. Babası, kumar ve para düşkünü kocası yüzünden onu evlatlıktan reddetmiştir. Handan, babasının bir çocuk sahibi olursa barışacağını bilmektedir. Karı – koca, mirastan mahrum kalmamak için bir çocuk bulmayı planlarlar. Yanlarında çalışan kötü kalpli bir kadına para vererek kocası askere gitmiş hamile bir kadın olan Sırmalı’nın Emine’yi evlerinde çalıştırmak üzere işe alırlar. Handan ve kocasının asıl amacı köylü kadının doğacak çocuğunu çalı, kendi çocukları gibi göstererek baba ile barışmak ve mirası elde etmektir. Emine çocuğunu dünyaya getirdiğinde kötü kalpli köylü kadın çocuğun ölü doğduğunu söyleyerek çaldığı çocuğu Handan’a verir. Halime çocuğun ölü doğduğunu öğrendiğinde çıldırır ve bağrına kara bir taş basarak onu çocuğunun yerine koyar. Gerçek annesinden koparılmış Ayşe ise çocukluğu boyunca anne ve babası bildiği insanlardan şefkat görememiş, ihtiyacı olan sevgiyi yalnız ve yalnız dedesi Münir Özkul’da bulmaya çalışmıştır. Bir gün Adana’ya gezmeye gelen Ayşe, tarlada gezerken öz annesiyle tanışır ve kısa bir süre sonra da babasını bularak gerçek ailesine kavuşur.

“Ayşe’nin arkadaşı: O kadının nesini sevdin bu kadar?

Ayşe: Her şeyi, belki de en çok ondaki analık hissinin güzelliğini. Düşün bir kere, yıllarca evvel ölen bir bebeğin hâlâ yasını tutan bir kadın. Kara bir taşı evlat diye bağrına basacak kadar güçlü bir analık hissi… İnan bana, kıskandım o kara taşı, imrendim. Çünkü ben annemden böyle sıcak bir ilgi görmedim.”

Sezercik Ayşecik Öksüzler (1973)

C:\Users\mehlika\Desktop\5293_1.jpg

Murat, eşi ölmüş genç ve yakışıklı bir adamdır. Eşinin ölümünden sonra iki çocuğu Ayşe ve Sezer ile beraber yaşamaktadır. Ayşe, annesinin ölümünden sonra kendisini kardeşi Sezer’e adamış annesinin son hatırası olan kardeşine en iyi şekilde bakmak için elinden geleni yapmaya çalışan bir genç kızdır. Hayatları bu şekilde sürerken Murat bir gün sahildeki bir kazaya istemden tanık olur. İzzet adındaki bir adam kavga sonunda bir insanı öldürmüştür. Mahkeme İzzet’i, Murat’ın olayı anlatması sonucunda hapse mahkûm etmiştir. Seneler sonra hapisten çıkan İzzet, Murat’tan intikamını almaya yemin etmiştir. İzzet Murat’ın oğlu Sezercik’i kaçırır ve onu dilenci olarak sokaklarda çalıştırır. Murat ve kızı Ayşe ise kaybolan Sezer’in yasını tutmaktadırlar. Aradan zaman geçer ve hayat onları Sezercik ile yeniden karşılaştırır. Sezercik kaçırıldığı ailenin yanında dilendirilerek kendisinden yararlanılan bir çocuk olmuştur ve yoksulluk içinde yaşamaktadır.

1960’da çekilmiş filmdeki çocuk figürüne, aile ilişkisine, sosyal çevreye baktığımızda filmdeki tanıklıkların Türkiye’deki sosyal gerçeklikle örtüşen yanlarının çok fazla olmamasına karşın filmin dramatik yapısının izleyiciyi etkileyen bir yanının olduğunu söyleyebiliriz. Çocuksu toplum, böylesine filmlerle ve özellikle 1970’de çekilen ikinci film olan “Yavrum” filmi örneğinde tam bir duygusal yoğunluk yaratılmış biçimde, kendi sorunlarıyla karşılaşmak yerine bireysel dramlarla oyalanır olmuştur. Dönem açısından bakıldığında o dönem çekilen filmlerin büyük çoğunluğu iyiler ve kötülerin savaşını anlatır ve yukarda belirttiğimiz gibi masalsılık içerir. Bunun da o dönem egemen olan Hollywood kültürüyle örtüşmesinin en belirgin göstergesi olduğunu söyleyebiliriz.

Üçüncü filmde de aynı duygusal örgü hakimdir ve özellikle dikkat edildiğinde toplumun duygusunu kışkırtacak isimler konmuştur filmlere: Sokak Kızı, Ayşecik Yavrum, Sezercik Ayşecik Öksüzler.

Yeşilçam Sinemasının ilk başlarda bir Hollywood öykünmesi olduğunu söylemek çok da abartılı bir tanımlama olmasa gerek. Bunu dönemin bir gerçekliği olarak algılarken bunun 50’li yılların ikinci yarısında girilen NATO ve Amerika’yla yaşanan ilişkiler sonucu gerçekleştiğini de söyleyebiliriz. O dönemde yoksulluk sorgulamasının böylesine duygusal konulara sıkıştırılmış olması, toplumun çocuksu yanına seslenilmesi ilginç bir tanıklıktır.

70’li Yılların İkinci Yarısında Ortaya Çıkan Toplumsal Dönüşümler ve Sinemaya Yansıması

70’li yıllar, göç sonucu ortaya çıkan (henüz tam anlamıyla arabeskleşemeyen) gecekondu kültürünün geliştiği dönemdir. Bu dönemde Arabesk Kültür henüz kent kültürüne egemen olmamış aksine kent kültürüne entegre olma süreci yaşarken, bu kültürde (kent kültürü) karşı karşıya kaldıkları vahşi varoluş mücadelesini de vermek durumunda kalınmıştır. Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur’un isyan şarkıları entegrasyonda yaşanan kültürel çatışmanın feryadıdır. Kemal Sunal filmleriyle mizahî bağlamda bu sorunla karşılaşan toplum bunu çocuk üzerinden algılama konusunda daha bir istekli davranır. Metin boyunca vurgulayacağımız gibi toplum henüz kendi çocuksuluğu aşamamıştır. Ancak 68 Öğrenci Hareketleri ve ardından gelen 71 muhtırası çocuksuluğunu aşmaya çalışan toplumun arayış dönemi olarak tanımlanabilir.

Canım Kardeşim (1973)

C:\Users\mehlika\Desktop\204596.jpg

Kahraman, ağabeyi Murat ve onun sadık arkadaşı Halit’le yoksul ama neşeli bir hayat sürmektedir. Kahraman’ın tek hayali eve bir televizyon alınmasıdır. Sürekli sigarayla yatağa giren baba bir gün yangına neden olur ve bu yangında hayatını kaybeder. Abi, bir çocukla nasıl başa çıkacağını bilemez. Yaptığı sadece onun karnını doyurmaktır. Oysa başka sorunlar vardır. Kahraman’ın öğretmeni sürekli abisini çağırır ve kardeşinin temizliğine dikkat etmesini söyler. Hastalanan kardeşini doktora götürdüğünde onun lösemi olduğunu öğrenir ve o andan başlayarak abinin tek amacı kardeşinin son günlerini mutlu geçirmesini sağlamaktır. Ama paraları yoktur ve bunu nasıl yapacağı konusunda çözüm arar. Bunlardan ilki babadan kalan minik eşeklerini satmaktır. Ama para çabuk tükeniverir. Murat, Kahraman’ı mutlu etmek için onu lüks bir lokantaya götürür ve ne isterse yedirir. Ama hesaba parası yetmez başı derde girer.

Kahraman’ı mutlu etmek için bir şey daha vardır: Çok istediği televizyonu almak. Televizyonu almak için ellerinden gelen her şeyi yaparlar, kanlarını satarlar ama bir türlü alamazlar. Bir gece eve dönerlerken bir mağaza vitrininde gördükleri televizyonu çalarlar ve eve getirirler. Murat ve Halit, Kahraman’ın en büyük arzusu olan televizyonu söz verdikleri tarihin son gününde çalarak eve getirmişlerdir. Çaresizliğe bir başkaldırıdır bu. Nihayet istediklerini elde etmişlerdir ancak Kahraman için artık çok geçtir. Filmde geçen şu replik çocuk gerçekliği ve gerçekliğindeki acımasızlığın ve bir o kadar doğallığın göstergesi gibidir:

– Bana bak, sana bir şey söyliyim mi?

– Söyle

– Kimseye söylemek yok ama!

– İyi ya söylemem.

– Yemin et bakiyim.

– Valla billa söylemem.

– Ben ölücekmişim.

– Ne var oğlum bunda yemin ettiricek?

– Hiiiiç…. Ama abimle halit abim “duydun mu?” diye bağırdılar akşam bana. Ben de korkudan “duymadım” dedim.

– Sen sahiden ölürsen bilyeler nolcak?

– Ne biliyim ben.

– Bana versene?

– İyi ya, ölünce abimden alırsın.

Bizim Aile (1975)

C:\Users\mehlika\Desktop\Bizim-aile-afis.jpg

1975 tarihli bu filmde her ikisi de dul olan üç çocuk annesi Melek Hanım ile dört çocuk babası Yaşar Usta’nın, bir yandan yoksulluk öte yandan da çocuklarının hayatına dokunma çabasıyla geçen yaşamlarına tanık oluruz. Yaşar Usta’nın iş arkadaşı Talat Usta ve eşi Süreyya, mahalle komşuları olan Melek Hanım’la onu evlendirmek için uğraşmaktadırlar. En sonunda ikisini ikna ederler ve evlilik gerçekleşir ancak her ikisi çocuklarına hayatlarına yeni kardeşler gireceğinden bahsedememişlerdir ve Yaşar Usta, Melek Hanım’ın evine taşınınca çocuklar arasında sorun çıkar.

Melek Hanım’ın büyük oğlu Ferit pek de başarılı bir üniversite öğrencisi değildir ama okulda tanıştığı zengin bir fabrikatörün kızı olan Alev ile de ilişkisi vardır. Alev’in babası Saim Bey ilişkiyi öğrenir, bir gün işyerine getirttiği Ferit’ten kızıyla ilişkisini bitirmesini ister. Ferit’in ilişkisini devam ettirmesi üzerine onu dövdürtür. Ferit’in dayak yemiş hâlde eve gelmesi üvey kardeşler arasında bir dayanışma başlatırken, aynı gece babasının evinden kaçarak ailenin evine gelen Alev de babasının tüm baskılarına karşı Ferit’le evlenir. Saim Bey, nüfuzunu kullanarak aile üzerinde baskı uygulamaya başlar. Önce Yaşar Usta’yı işten çıkartır, daha sonra evlerine el koyar ve onları sokağa atar. Ferit’in ailesinin düştüğü durumdan kendini sorumlu tutan Alev baba evine döner. Yaşar Usta, Alev’in babası Saim Bey’i işyerinde ziyaret ederek unutulmayacak bir konuşma yapar. Saim Bey kızının Ferit’in yanına dönmesine izin verirken evlerini de aileye geri verir.

Bizim Aile’de temel olarak yansıyan konu yoksulluğun mu, yoksa yoksunluğun mu asıl aşılması gereken sorun olduğudur. Yoksul olan Yaşar Usta’nın ailesi, dayanışma ve sevgi ile sorunlarını aşarken ya da bir başkası için sevgi adına kendinden vazgeçerken yitirmeyi değil kazanmayı gerçekleştirir ancak varsılın ise vazgeçememesi onun yoksul olmamasını sağlarken yoksunluklarını çoğaltır. Dönemsel bakıldığında önemli bir değerdir.

Aile Şerefi (1976)

C:\Users\mehlika\Desktop\Aile_Şerefi.jpg

1976 tarihli filmde, Münir Özkul ve Adile Naşit başrolleri paylaşmaktadır. Rıza at arabası ile maden suyu satarak para kazanmakta, karısı Adile ve beş çocuğu ile kıt kanaat geçinmektedir. Yeni evlenen kızları Ayşe ve iş bulma konusunda pek de becerikli olmayan işportacı damatları Zihni’nin de yanlarına katılmasıyla geçim sıkıntısına düşerler. Oğullarından Selim, Tıp Fakültesi’nde öğrenci, Hasan bir fabrikada işçi, kızı Zeynep ise bir konfeksiyon atölyesinde işçidir. Ortaokulda okuyan en küçük oğlan Murat’a araba çarpınca bütün aile perişan olur. Küçük çocuğa çarpan kişi, zengin bir babanın oğludur ve hayatı boyunca tanıdığı tek değer paradır. Kazadan sonra Zeynep’i rahatsız etmeye başlar. Zeynep ise mahalleden biriyle nişanlıdır. Zengin genç, Zeynep’ten vazgeçmez ve aileye sorunlar yaşatır. Ağabeyi en sonunda Zeynep’i korumak için zengin genci bıçaklar. Rıza oğlunun suçunu üstlenir.

Bizim Aile’ye benzer bir konudur yine burada bize sunulan. Her iki filme baktığımızda yoksul bir ailenin varlığını görürüz. Ancak bu yoksul aile temelde geleneksel değerleri taşıyan ailedir ve hem geleneksel hem de moderndir. Bu açıdan bakıldığında çağdaş bir toplum yapısından söz edebiliriz. Asıl eleştirilen varsıllaşma adına yitirilen değerlere dönük keskin eleştiriler yüklüdür. Varsıllaşmanın getirdiği değer yitimleriyle hesaplaşır.

80’ler ve Çocuk Gerçekliğinde Yeni Tanıklıklar

70’lerin sonu ve 80’lerin başında yaşanmakta olan kültürün baskın bir varoş kültürüne başka bir ifade ile Arabesk’e dönüştüğünü görürüz. Kent kültürü, modernite, kentte kendi egemenliğini yitirmiş, kente geleni kendine entegre edebilecek kapasitesi kalmamış, aşkın göç ve beraberinde gelen kültür kentte melez bir kültür oluşturmuştur.

Bu kez artık yaşanan mücadele bu melez kültürün kendi içinde yaşanmaktadır. Varoluş mücadelesi daha bir içgüdüsel ve vahşidir. Küçük Emrah ve Ceylan filmleri işte bu cangılın kendi iç feryadıdır.

Acıların Çocuğu (1985)

C:\Users\mehlika\Desktop\acilarin-cocugu-hd-yesilcam-yerli-film-izle-169.jpg https://i.ytimg.com/vi/4m3HWVsUyM4/hqdefault.jpg?custom=true&w=336&h=188&stc=true&jpg444=true&jpgq=90&sp=68&sigh=nzjtd9AKvT5be4cGwpqToQdKHUU

Her şey, karısı ve çocuklarının nafakasını kumar masalarında kaybeden bir babanın suçluluk hissiyle intihar etmesiyle başlar. Elvan üç çocuğuyla yapayalnız kalır. Arkadaşı Elvan’a çok para kazanabileceği kötü işler sunar ve genç kadın kendini kadın ticareti yapan bir piyasanın içinde bulur. Diğer çocukları küçüktür ancak Emrah olup bitenlerin farkındadır. Annesinin kazandığı kirli parayı kabullenemez ve evden kaçar. Kendisine sahip çıkan bir ailenin yanında yaşamaya başlar. Bu arada Elvan’ın evde olmadığı bir gece çıkan yangında ev kül olur. Çocuklarını kaybeden genç kadın aklını yitirir ve hastaneye yatırılır. Oysa çocuklarının cesetleri bulunmamıştır. Ancak Elvan’ın onları bulma umudu yoktur. Emrah ise hayat şartlarının zorluklarına karşı yokluklar içinde mücadelesini sürdürmektedir.

https://i.ytimg.com/vi/0GWJUemhbg4/hqdefault.jpg?custom=true&w=336&h=188&stc=true&jpg444=true&jpgq=90&sp=68&sigh=KrpKzeYC2lsqZBhdL8jJDfc1zvU

Vurmayın filminde de aynı gerçekler vardır. Göçle kente gelmiş ve kapıcı olarak çalışan bir ailenin çocuklarının kötü yola düşmesi ve kentte yaşanan çaresizliğin geriye dönüşle bitişini anlatır. Aslına bakarsanız bu filmler son geri dönüşü anlatan filmlerdir. Bir sonraki dönem kalışı anlatacaktır.

Yuvasızlar (1985)

C:\Users\mehlika\Desktop\6899_1.jpg

Yoksul koca, karısının sırtından para kazanma hesapları yapmaktadır. Çeşitli olaylardan sonra oğulları Hakan bir cinayet suçuyla hapse girer. Kızları Ceylan ise başkalarının yanına sığınmak zorunda kalır.

Ceylan’ın oynadığı Yuvasızlar, yoksulluğu, bu acımasızlığı içinde anlatan filmlerden genç kız kahramanlı olanıdır. Bu kuşak filmler, bir önceki dönem filmlerinin aksine bütünlüğünü koruyan ailelerden daha çok, dağılan aileleri anlatır. Kent onları kendi acımasız çarklarında parçalamıştır.

Kentlileşme, kentleşme kendi değerlerini koruyamamış ve varoş kültürüne (arabesk) teslim olmuş bu da geleneksel olanın –modernite ve feodalite- sürdürülememesi sonucunu getirmiştir.

80’lerin İkinci Yarısı ve Kemal Sunal Gerçeği: Garip Örneği (1986)

C:\Users\mehlika\Desktop\20267940.jpg

Garip, hayattaki tek varlığı büyük bir tutkuyla bağlı olduğu Beşiktaş olan yalnız yaşayan bir adamdır. Yaşayabilmek için ufak tefek işlerde çalışan genç adamın sadece futbol üzerine kurulu hayatı, arkadaşının sandalının içinde bulduğu küçük bir bebekle tamamen değişir. Başlarda bebeği uygun birilerine bırakmayı dener Garip ancak bu sırada bebeğe de alışmaya başlar. Sonunda onu büyütmeye karar verir. Günden güne birbirlerine daha büyük bir sevgiyle bağlanan ikili, küçük kız büyüyünce iyi bir baba-kız olurlar. Birlikte maçlara giden bu küçük ailenin mutluluğu küçük kızın keşfedilerek ünlü bir yıldız olmasıyla bozulur. Fatoş artık çok para kazanan küçük bir yıldızdır. Bunu duyan Fatoş’un gerçek ailesi ise hiç vakit kaybetmeden bir para makinesine dönüşen kızlarını almak için işe koyulur. Baba ve kız birbirinden ayrılmamak için her türlü zorluğu göğüslemeye hazırdırlar.

Kemal Sunal filmleri, kent kültürünü içselleştirememiş; ancak bir biçimde iktidarı kendi elinde tuttuğunu zanneden kentli bir kitleye karşı bir “Keloğlan” kurnazlığıyla mücadele eden ve sonuçta fark ettirmeden onların elinden iktidarı alan bir figürün anlatıldığı filmlerdir. Sunal, yaşama karşı çok fazla kavgacı değildir filmlerinde. Ona karşı kurnazlık yapmaya kalkanları kendi silahlarıyla vurur. Yoksulluğu umursamaz. Aynı Keloğlan’da olduğu gibi yaşar. Biri onun adına isyan etmedikçe başkaldırmayı düşünmez. Elindekiyle yetinmek yaşama bakışıdır.

Sonuç

Çocuk kahramanlı Türk filmlerinin genel olarak 60, 70 ve 80’li yıllarda çekildiğini görürüz. “Çocuk toplumun olgunlaşma süreci midir?” sorusu akla gelir bu gelişmeye baktığımızda. 60’ların, 70’lerin, 80’lerin sosyo-ekonomik yapısı toplum algısı, beklentisi filmlere yansır. 60’ların yoksulluk algısı gerçeküstü, masalsı bir görüntü oluştururken 70’ler toplumsal gerçekliği biraz daha öne çıkartmaya çalışır. 80’ler ise dönemin gerçekliğine uygun biçimde mizahî olarak ele alır yoksulluğu.

90’larda çocuk kahramanlı filmlerin azalması şaşırtıcı değildir. Bu dönemde daha çok Disney filmleri çocuk dünyasına ve çocuk hedef kitlesine seslenmeye başlar. Sosyo- ekonomik yapıya baktığımızda tüketim toplumuna geçen Türkiye’de çocuk da önemli bir hedef kitlesi olmuştur ve bu nedenle ona artık farklı bir seslenme gerçekleşmektedir.

2000’ler ise günümüze değin çocukla ilgili çok çarpıcı deneyimlere tanık olmuştur. Bu dönem ayrı bir araştırma alanı olarak araştırmacıları beklemektedir. Bir saptama yapmak gerekirse çocuğun haklarının en fazla tartışıldığı ve onun haklarının dünya üzerinde en fazla ihlal edildiği bir dönemi yaşamakta olduğumuzu söyleyebiliriz.

Kaynakça

  • https://www.youtube.com/results?search_query=ay%C5%9Fecik+sokak+k%C4%B1z%C4%B1
  • https://www.youtube.com/watch?v=1TwFXbh5AME
  • https://www.youtube.com/watch?v=c-6EuTEJMJk
  • https://www.youtube.com/watch?v=Oo1O-dM3fdg
  • https://www.youtube.com/results?search_query=bizim+aile
  • https://www.youtube.com/results?search_query=aile+%C5%9Ferefi
  • https://www.youtube.com/watch?v=qeB0MITz3FQ
  • https://www.youtube.com/watch?v=4m3HWVsUyM4
  • https://www.youtube.com/watch?v=0GWJUemhbg4
  • https://www.youtube.com/watch?v=ftn9y81TNow
  • https://www.youtube.com/watch?v=JWLhVHqTJjY
Bu yazıyı paylaşın
error: İçerik koruma altındadır!!
Scroll to Top