Çocuk Hikâyelerinde Trenlerin ve Yolculuğun Büyüsü

Warwick Frost and Jennifer Laing

Giriş

“Bahçeyi boş ver şimdi! Hadi demiryoluna gidelim” diye seslendi Peter.

E. Nesbit, Demiryolu Çocukları (1906)

Trenler birçok çocuk hikâyesinde önemli bir rol oynar. Bazen lokomotifler Reverend Awdry’nin Tren Thomas serisindeki gibi ana karakterlerdir, bazen de J.K. Rowling’in Harry Potter serisinde öğrencilerin Hogwarts Okulu’na gitmek için bindikleri tren gibi önemli bir olay örgüsü aracıdırlar. Çocuk hikâyelerinde buharlı trenlerin kullanımı buharlı tren yolculuğunun, duman halkaları, gizemli küçük kompartımanlar ve tehlike uyarısı veren yüksek sesli düdük ile gizemli ve romantik olduğu fikrinden yararlanır. Çocuk hikâyelerindeki çoğu trenin buhar gücüyle çalıştığı, ancak artık kimsenin buharlı trenle yolculuk etmediği ilginç bir paradoks vardır. Ama turistler istisnadır. Onlar buharlı trenlerde yolculuk ederek çocukluk dünyasına geri dönerler.

Buharlı trenlere duyulan bu sevgi, destinasyonlar tarafından tarihi demiryollarına olan ilgiyi ve ziyareti artırmak için giderek daha fazla kullanır hale gelmektedir. Buharlı trenler ile ilgili çocuk hikâyeleri ister kitaplarda ister filmlerde ya da televizyonda olsun, turizmin medyalaştırılmasına ilişkin ilgi çekici örnekler sunmaktadır. Bu medyatikleşme, potansiyel turistlerin ilgisini çekmek ve farkındalığını artırmak için birlikte çalışan medya kaynakları ve turizmin birleştiği yerde karşımıza çıkmaktadır (Mansson, 2010). Bu, ilk olarak 1906’da yayınlanan Demiryolu Çocukları kitabında iyi bir şekilde örneklendirilmiştir. Eser, 1950’lerde ve 1960’larda BBC Televizyonu için dört kez filme alınmış ve ardından 1970’te uzun metrajlı bir film olarak çekilmiştir (Shipley, 2010). York’taki Demiryolu Müzesi’nde Demiryolu Çocukları tiyatro oyunu sahnelenmiş ve o kadar başarılı olmuştur ki Londra’daki Waterloo İstasyonu’ndaki eski Eurostar terminaline taşınmıştır. 2011 yılında izleme fırsatı bulduğumuz bu oyunda set, modern bir demiryolu platformunun üzerine inşa edilmiş, Edward dönemine ait bir tren istasyonunun yeniden yaratılmış bir platformuydu. Gerçek raylar, yük vagonlarının ileri geri hareket etmesine ve ilk perdenin finalinde gerçek bir buharlı trenin sahneye çıkabilmesine olanak sağladı. Yorkshire Turizm oyunun ana sponsoruydu. Etkinlik alanını süsleyen reklam broşürleri, izleyicileri iki demiryolu müzesi ve altı tarihi buharlı demiryolu için Yorkshire’ı ziyaret etmeye teşvik etti. Keighley ve Worth Valley Demiryolu ile bağlantı özellikle vurgulandı.

Medyadan esinlenen buharlı tren turizmi faaliyetlerine bir başka örnek de Jamestown, Kaliforniya’daki Sierra Nevada Demiryolu’dur. Batıya Hücum (Go West), Kahraman Şerif (High Noon) ve Geleceğe Dönüş 3 (Back to the Future III) filmleri ile Casey Jones ve Petticoat Junction televizyon dizileri de dâhil olmak üzere 130’dan fazla Hollywood yapımına ev sahipliği yapmıştır. Çekilen filmlerden elde edilen gelir, buharlı trenlerin bakımı için demiryoluna destek vermiştir ve burası artık buharlı tren gezileri ile tarihi demiryolu atölyesi ve makine atölyelerine turlar düzenleyen bir Tarihi Eyalet Parkı’dır (Frost, 2009).

Medyanın turistleri belirli yerleri ziyaret etmeye teşvik etmedeki rolü iyi bilinmektedir. Amacımız bunun daha da ötesine geçerek, kurgusal medyanın genel olarak yolculuğun heyecan ve ilham verici, hatta büyülü ve dönüştürücü olacağına dair fikirleri nasıl aşıladığını bulmaktır (Laing & Frost, 2012). Bu bölümde çocuklara buharlı trenlerle ilgili yolculuk imgeleri ve yolculuk deneyimleri anlatan altı çocuk öyküsü incelenmektedir. Altı öykü geniş çaplı üç döneme ayrılmıştır:

  1. 19. yüzyıldan ve 20. yüzyılın başlarından hikâyeler. Bu hikâyeler, buharlı trenin çekici ve göz alıcı bir modeli oluşturmaktadır. Trenler yeni ve macera dolu yolculuk fırsatları sunmaktadır. Edith Nesbit’in 1906 yılında kaleme aldığı Demiryolu Çocukları ve Jules Verne’in 1873’te yayımlanan Seksen Günde Devrî-i Âlem eserleridir.
  2. 20. yüzyılın ortalarından hikâyeler. Hızla yok olan bir altın çağa baktığımızda tren nostaljinin, hatta muhafazakârlığın bir sembolü haline gelmiştir. Hikâyeler, turistlerin artık eğlence amaçlı günübirlik geziler için buharlı trenleri tercih ettiklerini göstermektedir. Bu tür yolculuklarda gezginler otantikliği, özellikle de geçmişin o kayıp dünyasını aramaktadırlar. İnsan varlığının başka bir varlığa aktarılması olan antropomorfizmi ve trenleri tanıtan Tren Thomas ve Titfield Thunderbolt bu türe örnek olarak gösterilebilir.
  3. Yeni yüzyılda buharlı trenler. Öz dönüşümü mümkün kılan fantastik yolculuklara izin veren buharlı tren sihirli bir donamına sahiptir. Bu bağlamda Kutup Ekspresi ve Harry Potter incelenecektir.

Seçtiğimiz eserler kendi seçimlerimiz olmasına rağmen, bu eserleri birçok nesil tarafından beğenilen klasikler olarak nitelendirmek mümkündür. Altı eserden beşinin hem kitap hem de film veya televizyon programı olması popülerliklerini kanıtlamaktadır. Dahası, dört tanesi 21. yüzyılda filme çekilmiştir. Seksen Günde Devrî-i Âlem ve Titfield Thunderbolt’un hedef okuyucu kitlesi yetişkinlerdir, bununla birlikte buharlı trenler ve çocuklar arasındaki bağlantıyı göstermesi açısından her iki eserde de çocuklara fazlasıyla hitap etmektedir, bu yüzden de çocuk hikâyeleri olarak sunulmaktadır.

Macera Olarak Demiryolları

Hem 19. yüzyılın sonlarına hem de 20. yüzyılın başlarındaki kitaplar tren yolculuklarını heyecan verici, tehlikeli ve sürprizlerle dolu olarak tanımlamaktadır. Buharlı tren, zamanının en ileri teknolojisiydi ve bu nedenle bugün gördüğümüzün aksine modernitenin zirvesini temsil ediyordu (Smith, 2001).

Seksen Günde Devrî-i Âlem

İngiliz Phileas Fogg üyesi olduğu Londra Kulübü’nde, kâğıt oynarken bir tartışmaya girer. Morning Chronicle gazetesinde çıkan bir haberde Büyük Hint Yarımadası Demiryolu’nun açılmasıyla birlikte dünyanın çevresini 80 günde dolaşmanın mümkün olduğu yazmaktadır. Arkadaşları buna itiraz edince, Fogg bu süre içinde yolculuğu gerçekleştireceğine dair 20.000 sterlinlik bahse girer.

Bu klasik Jules Verne macerası zamana karşı bir yarışın hikâyesidir. Fogg bu iddiayı kazanabilir fakat beklenmedik engeller onu beklemektedir. Çarpıcı olan şey ise yolculuğun sadece %15’inin trenle yapılmasıdır ancak sorunların büyük bir kısmını bu modern teknoloji oluşturur. Bu iddia, Hindistan’ın demiryoluyla döşendiğini duyuran bir gazete haberine dayanmaktadır. Ancak Fogg trene bindiğinde tren hattın tamamlanmadığını öğrenir. Bu, programın gerisinde kaldığı ilk seferdir, çünkü yolculuğunun bu bölümünü tamamlamak için bir fil kiralamak zorunda kalır.

Fogg, Birleşik Devletler’i geçerken başka maceralar da yaşar. Union-Pasific Demiryolu ancak 1869’da tamamlanmıştır ve pek çok engel barındırmaktadır. Bir sığır sürüsü onu planlanmamış bir mola vermek zorunda bırakır. Dengesiz bir köprü onları yollarından alıkoymakla tehdit eder. Dikkatsiz sürücü karşıya geçmenin tek yolunun son sürat gitmek olduğuna karar verir ve onlar geçtikten hemen sonra köprü çöker. Kızılderililer trene saldırır ve şiddetli bir kavga yaşanır. Fogg’un uşağı Passepartout yakalanır. Fogg süvarileri kurtarmaya götürür, ancak bu onu daha da geciktirir.

Demiryolu Çocukları

Edith Nesbit çocuklar için bir dizi kalıcı klasik eserler yazmıştır fakat Demiryolu Çocukları tartışmasız en ünlü eseridir. İlk yayınlandığı 1906 yılından itibaren kitap pek çok baskı yapmıştır. Nesbit’in başarılı kitabının ilham kaynağı demiryolu kenarında geçen kendi çocukluğudur. Hikâye, Londra’da ayrıcalıklı koşullarda büyüyen ve Bobbie olarak da bilinen Roberta, Peter ve Phyllis adlı üç çocukla ilgilidir. Bu çocuklar trenleri sadece keyif aldıkları etkinliklere gitmek üzere yolculuk aracı olarak kullanırlar. Bunların arasında hayvanat bahçesi ve Madame Tussauds Müzesi ziyaretleri ile piyesler de yer almaktadır. Bu sebepten trenler eğlenceyle ilişkilendirilir ve büyükleri tarafından onlara istasyonların sadece “kaçıp gidilecek” yerler olduğu öğretilir. Babaları casusluktan hapse atılınca taşraya taşınırlar. Çocuklar taşınmanın asıl nedenini bilmezler; sadece artık yoksul olduklarının, annelerinin tacize uğradığının, bundan dolayı da babalarının sık sık gelmediğinin farkındadırlar. Bu koşullar altında yakındaki bir tren istasyonu onlar için bir nevi sığınak yani “yeni hayatlarının merkezi” haline gelir. Kendilerini “demiryolu çocukları” olarak görmeye başlarlar ve olay örgüsünün çoğunda trenler ön sıralarda yer alır.

Tren, çocuklar için kayıp babalarını ve parasızlıklarıyla ilgili endişelerini unutmalarına yardımcı olan sihirli bir nesneye dönüşür. Çocuklar treni, “ininden” duman çıkaran “büyük bir ejderhaya” benzetirler. Peter için istasyon, azalan stoklarını yenilemek için çaldığı kömürlerden oluşan gizli hazineyi temsil eder. Bir seferinde Peter yakalanır ama istasyon şefi onu bir ihtarla serbest bırakır. Demiryolu aynı zamanda kargaşa dolu bir dünyada istikrarlı ve güvenilir bir yerdir (Anderson, 2007). İstasyondaki çalışanlar onların arkadaşı olur, özellikle de kondüktör Bay Perks.

Tren bu çocukların hayatla olan son bağlantılarıdır. Londra sokaklarındaki taksiler ve at arabaları gibi ülkenin sessizliğini rahatlatıcı bir şekilde bozan tren aynı zamanda babalarının kaldığına inandıkları yere de gider. Çocuklar, babalarına sevgilerini göndermek için her sabah Yeşil Ejderha adını verdikleri 9.15 trenine el sallarlar. Düzenli olarak o trene binen yaşlı bir beyefendi de çocuklara el sallar ve o beyefendi çocukların hayatlarında çok önemli bir kişi haline gelir. Bir sabah tren istasyona geldiğinde çocuklar ona bir not iletirler, annelerinin ciddi bir hastalık geçirdiğini yazarak iyileşebilmesi için gerekli olan malzemelerin temininde ondan yardım isterler. Tren aynı zamanda karısını ve çocuğunu arayan bir Rus muhalifi de kasabalarına getirir. Daha geniş dünyaya ulaşan bir haberci ve kanal görevi gören demiryolu, “bağlantının sembolü” haline gelmiştir (Anderson, 2007: 308).

Ancak çocuklar trenlerin tehlikeli olabileceğini çabuk öğrenirler. Anneleri, yaralanma ihtimallerine karşı çocuklarını rayların üzerinde yürümemelerini konusunda uyarır. Bunu yapmalarına izin vermesi için annelerini ikna ederler, ancak demiryolunun yarattığı riskleri ilk elden öğrenirler. Başkalarının hayatını kurtarmak için cansiperane bir şekilde hareket etmeleri gerektiğinde, çocukların başlarına trenle ilgili çeşitli maceralar gelir. Bunlardan ilki demiryolu raylarının üzerine oluşan heyelan ile ilgilidir. Çocuklar yaklaşan treni kızların kırmızı pazen eteklerinden yaptıkları bayraklarla uyarırlar ve sergiledikleri cesaret karşılığında kol saati ile ödüllendirirler. Bir başka örnekte ise okul kros koşusu sırasında bacağını kıran ve bir demiryolu tünelinde çaresizce yatan yaşlı bir beyefendinin torununu kurtarırlar. Çocuklardan ikisi yakındaki bir sinyal kutusuna koşar ve sinyalciyi uyur halde bulurlar. Sinyalleri çalıştırmak ve bir felaketi önlemek için onu tam zamanında uyandırmayı başarırlar. Çocukların babasının dönüşü de trenle olur. Bir gün çocuklar 9.15 trenine el salladıklarında, tüm yolcular da onlara el sallar. Çocuklar, o anda trenin canlı olduğunu düşünürler, ona duydukları uzun süreli sevgiye ve gösterdikleri özene bir canlı gibi karşılık veriyormuş gibi göründüğünü gözlemlerler. Bobbie istasyona geri döner ve nedenini bilmeden beklemeye başlar. Önemli bir şey olmak üzeredir. Babası trenden inip onun kollarına atılır ve “Babacığım, canım babacığım!” çığlığı “trendeki herkesin kalbine bir bıçak gibi saplanır”. Yolcular Bobbie’nin ve babasının bu samimi anılarını paylaşırlar, çünkü onların ve çocukların hayatları, ortak dramları nedeniyle ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlanmıştır. Filmde, babası bir tren dumanı bulutunun içinden çıkarak çocuğuna kavuşur. Tren, her şeyi açığa çıkmadan önce anlık bir gizem duygusunun oluşmasına neden olur.

Modernitenin Sembolü Olarak Buharlı Trenler

Tren yolculuğu, Jules Verne’nin macera romanlarında sınırları aşarak ve imparatorlukları birbirine bağlayarak sanayi çağının harikalarını özetlemektedir. Kuzey Amerika’yı boydan boya geçen demiryolunun 1869’da, yani kitabın yayımlanmasından dört yıl önce tamamlandığı göz önüne alındığında, Seksen Günde Devrî-i Âlem bu gelişmeyi belgelemede ön sıralarda yer almaktadır. Seksen Günde Devrî-i Âlem, basit bir yolculuk günlüğü veya hikâyeden çok daha fazlasıdır. Bu, Fogg’un kişisel yolculuğu hakkındadır. Fogg, düzen takıntısı olan, saat gibi işleyen bir programı takip eden bir adam olarak tanıtılır. Passepartout’nun onu “gerçek bir makine” olarak adlandırması da bu yüzdendir. İddiası, dünyanın teknolojiyle evcilleştirilebileceği yönündedir. Fakat yaptığı yolculuk bunun böyle olmadığını göstermektedir. Fogg’un rutinleri ve programları, yaşadığı derin duygusal sorunları maskeler. Pek çok Verne kahramanında olduğu gibi onun da modern makinelere olan saplantısı insanlığından ödün vermesi pahasınadır, bu da Verne’nin hukuk yerine yazarlık mesleğini seçmesi konusunda babasıyla yaptığı tartışmaları yansıtır (Butcher, 1990; Martin, 1990). Demiryollarında bir şeylerin ters gitmesi Fogg’a “daha fazla insan olma” fırsatı sunar. Her iki tren yolculuğu da Fogg’un insanları kurtarmak için gönüllü olarak görevinden ayrıldığı tehlikeli olaylarla kesintiye uğrar. Bu kişiler Hindistan’da Aouda; Amerika’da Passepartout’tur. Fogg’un insanlığının sınanmasını sağlayan, sözde saat gibi işleyen trenlerin belirsizliğidir.

Demiryolu Çocukları aynı zamanda kişisel dönüşümle de ilgilidir. Edward döneminde buharlı trenler daha sıradan bir hal alsa da, hâlâ sembolik bir yankı uyandırmaktaydı. Çocuklar treni sadece ilerlemenin bir temsili görmek yerine, efsanevi bir canavara benzetiyorlardı. İlginç bir şekilde, bu yeni gelişimleri daha doğal terimlerle açıklamak amacıyla ilk lokomotifler “demir at” olarak adlandırılmıştı. Demiryolunu eleştirenler olsa da, bu kitaplardaki teknoloji ruhsuz ya da yabancılaştırıcı olarak tasvir edilmemektedir. Aksine, hem tehlikeleri hem de faydaları gerçektir. Demiryolu Çocukları demiryolu mühendisliğinin harikalarını övmektedir, bununla birlikte trenin karmaşık işleyişini ve bir trene binmenin nasıl bir his olduğunu anlatan paragrafların çokluğu da dikkat çekicidir. İstasyonun yapısı ve işleyişi de genç okuyuculara aktarılmaktadır. Çocuklar buharlı trenin doğası gereği insanları ve mekânları birbirine bağlama kapasitesine de saygı duymayı öğrenirler (Anderson, 2007).

Kitap bazıları açısından demiryolunun hikâyenin kahramanları ve dönemin toplumu için taşıdığı önem hakkında güçlü bir his uyandırırken, bazıları da daha çok metnin “nostaljik bir okumasını” tercih etmektedir (Anderson, 2007). Diğerleri ise çalışma eylemini “makineleşmiş kentlilikten faydalanan fakat onunla maddi ilişkisi olmayan orta sınıfa” odaklandığı için eleştirmektedir (Boone, 2007: 93). Çocukların demiryolu, demiryolu çalışanları ve yolcular ile hem fiziksel hem de duygusal etkileşimleri göz önünde bulundurulduğunda bu argümanı devam ettirmek oldukça zordur. Çocuklar karşıdan gelen bir treni tehlikeye karşı uyarmak için kelimenin tam anlamıyla demiryolu hattında durmakta ve demiryolu yolculuğunun mekaniğini yakından tanımaktadırlar. Çünkü bu çocuklar umursamaz seyirciler değillerdir. Demiryolunun “hareket dünyası cinsiyete dayalı bir alan” olsa da (Smith, 2001: 127), Demiryolu Çocukları’nın kahramanı Bobbie’nin büyüdüğünde makinist olma hayalini kurması alışılmadık bir durumdur. Bobbie’nin babası, muhtemelen yazar Nesbit’in Fabian fırsat eşitliği felsefesini yankılayarak, kızının hevesini kırmaz (Mickenberg & Nel, 2005).

Tarihi Demiryolları

20. yüzyılın ortalarında İngiltere’den iki hikâyede buharlı trenler nostaljik ve korunmaya değer olarak görülüyor.

Tren Thomas

Thomas’ın hikâyesi, Rahip Wilbert Awdry’nin oğlu Christopher’a anlattığı bir masal olarak başlamıştır. Eşi tarafından cesaretlendirilen Wilbert’in bir yayıncıyı aramasıyla, Demiryolu Serisi olarak bilinen serinin ilki 1946 yılında yayınlanmıştır. Seride çeşitli buharlı lokomotiflerin maceraları anlatılmış, bunların başında da küçük Thomas’ın maceraları yer almıştır. Trenler ve hatlar çoğunlukla gerçektir ama Awdry mekân olarak hayali Sodor Adası’nı tercih etmiştir. Bu hayali mekân kısmen İrlanda Denizi’nde Büyük Britanya ve İrlanda arasında yer alan Man Adası’na dayanmaktadır. Rahip Awdry bu ismi Man ve Sodor Piskoposu’ndan almıştır.

Lokomotifler antropomorfik olarak temsil edilmektedir. İnsanlar gibi yüzleri vardır, konuşabilirler, sürücüleri olsa da kendi başlarına da hareket edebilirler. Aslında onlar heyecan ve enerji dolu, gösteriş yapmaya hevesli, öfke nöbetlerine ve huysuzluğa maruz kalan çocuklardır. İngiliz bir papazdan beklenebileceği gibi, Awdry hikâyelerini ahlaki derslerle süslemiştir. Trenler (ve okuyucular) takım çalışması, başkalarına saygı, çok çalışmak ve kişinin yerini bilmesi gibi değerleri öğrenirler.

1984 yılında bir televizyon dizisi bu hikâyeleri yeni izleyici kitlesiyle buluşturmuştur. Modeller ve animasyon kullanılarak muhteşem ayrıntılar elde edilirken programların popülaritesi gün geçtikçe artmıştır. Büyük bir başarı elde eden serinin yeni bölümlerinin çekimleri devam etmektedir. Bunlarla ek olarak serinin kitapları, videoları, oyuncakları, oyun setleri ve hatta özel Thomas gezileri düzenlemek için tarihi demiryollarına lisans verilmesiyle birlikte devasa bir ticari imparatorluk ortaya çıkmıştır.

Titfield Thunderbolt

Ealing komedilerinin[1] en iyilerinden biri olan bu uzun metrajlı film 1953 yılında gösterime girmiştir. Titfield köyü sakinleri, yerel şube hatlarının kapatılacağını öğrenince yıkılırlar. Trafik ve gelir, dizele dönüşümü haklı çıkarmak için yeterli değildir. John Gregson’ın canlandırdığı bir toprak sahibi ve George Relph’in canlandırdığı bir papaz demiryolunu devralmak ve bizzat işletmek üzere plan yaparlar. Finansman, sabah treninde bir barın olması ihtimalinin cazibesine kapılan Stanley Holloway’in hayat verdiği tuhaf Valentine’den gelir.

Yetkililer, onlara sınırlı bir deneme imkânı verirler. Yerel halkın kuvvetli desteğiyle hat başarılı olur. Normal rollerinin tersine papaz makinist, piskopos kürekçi, toprak sahibi ise kondüktör olur. Çok sayıda turistin ilgisini çeken tren tıka basa dolar, köylüler yıllarca zarar ettikten sonra kâr etmeye başladıklarını görünce sevince boğulurlar. İşletilebilir durumda olan demiryolu hattı artık kamulaştırılabilir! Son denetimden bir gece öncesinde lokomotif, rekabeti ortadan kaldırmak isteyen yerel otobüs işletmecisi tarafından sabote edilir. Yenilgiyle karşı karşıya kalan zeki köylüler, yerel müzedeki eski bir lokomotifi kullanırlar. Böylelikle denetimi başarıyla tamamlarlar ve kalıcı bir ruhsat alırlar.

Değişen Dünyada Buharlı Tren

İkinci Dünya Savaşı’ndan çok kısa bir süre sonra, buharlı tren, modernliğin bir simgesi olmaktan ziyade nostaljik açıdan değer taşıyan eski bir teknolojiye dönüşür. Mazot buharın yerini alırken, otomobil de demiryolunu yerinden eder. Ulaşımdaki bu dönüşüme paralel olarak büyük toplumsal değişimler de yaşanır. Batı toplumları hızla daha kentli, daha tüketim odaklı ve daha eşitlikçi yeni bir düzen aldıkları için eski toplumsal düzen ortadan kalkar. Geçmişe duyulan özlem ve ilgi genellikle moderniteye karşı bir tepkidir.

Hızlı değişimlerle karşı karşıya kalındığında, hayatın daha basit ve daha iyi olduğu varsayılan tarihte altın çağ olarak adlandırılan bir döneme duyulan özlem kaçınılmaz olur (Lowenthal, 1985). Bu doğrultuda, daha önceki dönemde modern olan süslemeler ve eserler, korunmaya değer miras olarak değerlendirilmeye başlar. Buharlı trenler söz konusu olduğunda, mazotun hızla yerini alması ve geniş çapta küçük hatların kapatılması, buharlı trenlerin bu pastoral geçmişin özü ve sembolü olarak yükselmesine yol açmıştır.

Çocuk hikâyeleri örneği, geçmişi canlı tutma arayışının iki çeşidini de sunar. Thomas, diğer trenler ve Sodor Demiryolu zamanın durdurulduğu bir yerdedirler. Hem kitaplarda hem de televizyon dizisinde, insanlar 1930’lu yılların kıyafetleri ile okuyucuların ve izleyicilerin karşısına çıkarlar. Sodor çoğunlukla kırsal bir bölgedir, ancak demiryoluna çeşitli işler sağlamak üzere taş ocakları ve limanlar da bölgede yer almaktadır. Demiryolları kapanmaz, otomobil veya kamyonlar trenlerin yerini alamaz. Bazı dizel araçlar görevi devralmayı umarak geldiklerinde geri çevrilirler. Dünya halinden memnun ve değişmezdir. Bu boşluk, buharın tamamen ortadan kalktığı dönemde yayınlanan televizyon dizisinde daha da büyür. Demiryolu Çocukları’nın modern versiyonlarının oluşturduğu nostaljiye benzer bir nostaljiyi teşvik eder.

Titfield Thunderbolt’ta eski toplumsal düzen ile modernite arasındaki çatışma hikâyenin ana unsurlarından biridir. Demiryolunu kurtarma kampanyası papaz ve toprak sahibi tarafından yönetilmektedir. Toprak sahibi kesinlikle savaş sonrası Britanya’sında bir anakronizmdir. Papaz da bu açıdan görülebilir; görünüşe göre yapacak çok az işi vardır ve tüm zamanını trenlerle ilgili hayaller kurarak geçirir. Aslında, onun en büyük isteği tren makinisti olmaktır. Papaz ve toprak sahibi, orta sınıfın trenlere karşı beslediği hayranlığı temsil eder. Wallace’ın (2006) belirttiği gibi, tarihi demiryollarının işletilmesinde karşılaşılan zor, kirli ve mekanik işlerin özellikle beyaz yakalı çalışanlara çekici gelmesi bir tezat oluşturmaktadır.

Eski düzenin temsilcileri olan papaz ve toprak sahibi, moderniteye karşı direnişin başını çekerler. Toprak sahibinin devlet incelemesinde tutkuyla savunduğu gibi, bu sadece trenlere duydukları aşkla ilgili değildir:

Köyümüzü ölüme mahkûm ettiğinizin farkında değil misiniz? Otobüslere ve kamyonlara açtığınız takdirde beş yıl sonra burası nasıl bir yer olacak? Yollarımız beton yığınına dönüşecek, evlerimizin isimleri yerine numaraları olacak. Trafik ışıkları ve yaya geçitleri iki kat daha tehlikeli olacak.

Modern izleyici için bu sadece geçmişe duyulan bir özlem gibi görünebilir. Ancak, toprak sahibinin yakın zamandaki yeniliklerden şikâyetçi olduğunu fark etmemiz gerekir. Beton yollar, ev numaraları ve trafik ışıkları yenidir. Yaya geçitlerine dair yaptığı zararsız atıf çok yerindedir: yaya geçitleri ancak 1951 yılında kullanılmaya başlanmıştır ve güvenlik üzerindeki etkileriyle tartışmalı bir konudur. İngiliz köyünün karakteristik özelliklerini kaybetmesine hayıflanmak yeni bir şey değildir; Titfield Thunderbolt, buharlı treni mirasın doğasına ve çekiciliğine sıkı sıkıya dâhil ederek bir ilke imza atmıştır. H.V. Morton’un 1927 yılında kaleme aldığı In Search of England kitabında kaybolan kırsal dünyayı bulma arayışıyla ilginç bir tezat vardır. Morton’a göre araba ve otobüs kötü adamdır ancak tren henüz kahraman statüsüne yükseltilmemiştir.

Her iki hikâyede de Galler’deki Talyllyn Demiryolu’nun kuruluşundan büyük ölçüde yararlanılmıştır. Burası 1951 yılında dünyada gönüllüler tarafından işletilen ilk tarihi demiryolu olmuştur. Awdry gönüllü olarak bu hat üzerinde çalışmış ve Sodor’daki dar hatlı Skarloey demiryolu hattını temel olarak kullanmıştır. Talyllyn gibi bir kayrak taşı madenine kadar uzanan Skarloey de turistik bir demiryoluna dönüştürülmüştür. Yazar T.E.B. Clarke Talyllyn’in hikâyesine rastlamıştır ve bunu Ealing’e sunmuştur. Clarke, Lavender Hill Mob ile En İyi Senaryo Akademi Ödülü’nü kazanmıştır ve fikri ve senaryosu için Ealing’in desteğini kazanacak güce sahiptir. Talyllyn Demiryolu’nda yaşanan bir dizi olay, Titfield Thunderbolt filminde yerini almıştır. Örneğin, yolcuların aşırı ısınan bir lokomotifi patlamaktan kurtarmak için kovalarla bir dereye giderek serinlettiği sahne Talyllyn’de yaşanmıştır. Üzücü ironi ise Titfield Thunderbolt’un yakın zamanda kapatılmış bir demiryolunda çekilmiş olmasıdır. Bu hat Limpley Stoke ve Camerton arasındaki Bristol ve Kuzey Somerset Demiryolu şube hattıdır. Peri masallarının aksine mutlu bir sonla bitmemiştir ve bugün hâlâ kapalı durumdadır.

Demiryollarının Büyüsü

Son zamanlarda buharlı trenlerin çocuk hikâyelerinde tasvir edilme şeklinde bir başka evrim yaşanmıştır. Demiryolları artık büyülü maceraların mekânı haline gelmiştir ve genellikle karakterlerin demiryolunda yaşadıkları deneyimler sonucunda değişim geçirdikleri görülür.

Kutup Ekspresi

1985 yılında Chris Van Allsburg’un kaleminden çıkan bu kısa çocuk kitabı, 2004 yılında Robert Zemeckis tarafından uzun metrajlı bir filme dönüştürülmüştür. Noel arifesinde Kuzey Kutbu’na yapılan fantastik ve imkânsız bir tren yolculuğunu konu alır. Hikâyenin merkezinde yer alan küçük çocuk “yıllar önce” yatağında uyanıktır ve Noel Baba’nın kızak çanlarını duyabilmek için kulak kabartmıştır. Noel Baba’nın gerçekliği konusunda şüpheci olduğu, ancak bu şüphesini ailesine yüksek sesle itiraf edecek kadar kendine güvenmediği yaşlardadır. Şaşkınlık içerisinde, dumanı tüten, düdüğü çılgınca çalan bir trenin tıngırtısını duyar. Merakla dışarı çıkan çocuk, “Herkes trene binsin” diye seslenen bir kondüktör tarafından karşılanır. Çocuk önce korkar, ancak tren hareket etmeye başladığında trene atlar. Işıklar kar yağarken parlamaktadır. Diğer kız ve erkek çocuklar trende çoktan yerlerini almışlardır. “Her şeyi bilen” bir çocuk diğerlerine treni bilip bilmedikleri sorar. Kızlardan biri “Bu sihirli bir tren” yanıtını verir. “Her şeyi bilen” çocuk şaşkınına döner; ne de olsa “bu, 1931 yılında Baldwin Lokomotif Fabrikası’nda yapılan bir Baldwin 284 53 sınıfı buharlı lokomotiftir.” “Her şeyi bilen” çocuk yanılıyordur. Çocuklar bunun gerçekten de büyülü bir yolculuk olduğunu, trenin raylardan kayıp gittiğini ve hatta zaman zaman lunaparklardaki hız trenlerine dönüştüğünü keşfederler. Bu eğlence parkı göndermesi Disneyland’deki gezinti aracında trenlerin yer aldığı (Disneyland Demiryolu parkın çevresinden dolaşırken, Big Thunder Mountain Demiryolu ziyaretçileri bir madenin içinden geçen kaçak bir ‘tren’ üzerinde çılgın bir yolculuğa çıkarmaktadır) ve Florida’daki Universal Studios’da Harry Potter’ın Büyücü Dünyası’nın girişinde Hogwarts treninin birer bir kopyasının bulunduğu göz önüne alındığında, bariz bir imadır.

Çocuk trenin tepesinde, bir evsiz gibi giyinmiş ve ellerini ateşte ısıtan gizemli bir figürle karşılaşır. Çocuğun Noel konusundaki şüphesini yineleyerek “Görmek inanmaktır” dedikten sonra ona esrarengiz bir şekilde “Hayaletlere inanıyor musun?” diye sorar. Bu kişi daha sonra ortadan kaybolur. İzleyici Charles Dickens’ın Bir Noel Şarkısı’ndaki hayaletlerin rolünü oynadığı ve çocuğun vicdanı olarak hareket ettiği hissine kapılır. Bu durum, bir kuklanın çocuğa “Scrooge” diye seslenmesi ve onun meşhur olan “Saçmalık” ifadesini kullanmasıyla pekiştirilir.

Çocuklar bu heyecan verici yolculuk sırasında pasif değildirler. Çocuklardan iki tanesi bir seferinde treni sürmeye başlar, trenin bir ren geyiği sürüsüne çarpmak üzere olduğunu fark ettiklerinde frene basarak bu tehlikeyi atlatmış olurlar. Bu, doğaüstü olayları yansıtan gerçek hayatın tersine çevrilmesidir. Tren, Noel Baba’nın atölyesine varır ve çocuk “Dünyadaki en gerçek şeylerin göremediğimiz şeyler” olduğunu öğrenir. Çocuk sonunda çan seslerini duyabilir ve inanmaya devam ettiği sürece de duymaya devam edeceği söylenir. Bu, Peter Pan’a yapılan başka bir edebi atıftır ve çocuklara “perilere inanıyorsan ellerini çırp” diyerek Tinkerbell’in ölümünü önlemeye yönelik bir göndermedir.

Harry Potter

Her okul yılının başında, Harry Potter ve arkadaşları buharlı bir trenle büyücülük okulu Hogwarts’a giderler. Harry Potter ve Ateş Kadehi’nde Hogwarts Ekspresi “… içinden buhar bulutları fışkıran, perondaki çok sayıda Hogwarts öğrencisi ve velisinin karanlık hayaletler gibi göründüğü, pırıl pırıl kırmızı bir buhar makinesi” olarak tanımlanır. Bu tanımlama Hogwarts Ekspresi’nin biraz tekinsiz ve gizemli olduğunu ima ettiği için tetikte olmamızı sağlar. Ekspres, Londra’nın King’s Cross İstasyonu’ndaki 9¾ peronundan kalkar ve bu perona sadece “dokuz ve on numaralı peronlar arasındaki duvardan geçerek” ulaşılabilir. Bu, tren istasyonundaki büyücülük yeteneği olmayan (Muggle) yolcuların dikkatini çekmeden yapılmalıdır, bu nedenle gizlilik ve kurnazlık gerektirir. Kutup Ekspresi’nde olduğu gibi, bu demiryolunda da hiçbir şey göründüğü gibi değildir ve görünüşler aldatıcı olabilir (Duriez, 2007). Peron aslında sihir ve hayal dünyasına, başka bir dünyaya açılan sihirli bir geçittir (Duriez, 2007).

Yazar J.K. Rowling, Harry Potter’daki olay örgüsünü ilerletmek için buharlı treni bir araç olarak kullanır ve Harry ile arkadaşları Ron ve Hermione’ye yeni karakterlerle tanışma veya sihir dünyasındaki en son gelişmeleri tartışma fırsatı verir. Harry Potter ve Azkaban Tutsağı’nda, Lord Voldemort’u yenmek için verdikleri mücadelede bir müttefik haline gelen yeni Karanlık Sanatlara Karşı Savunma Öğretmeni Profesör Lupin ile bir kompartımanı paylaşırlar. Ayrıca ilk kez Ruh Emiciler’le karşılaşırlar, bunlar insanın ruhunu emen hortlak benzeri görünüşe sahip figürlerdir. Serinin ilerlemesiyle birlikte kitaplar daha da karanlık bir hal alır ve tren bunu yansıtmaktadır. Harry Potter ve Melez Prens’te Harry sihirli bir pelerinle kendini görünmez kılar, ardından sınıf arkadaşının yaptığı şeytani bir büyüyle felç olması sebebiyle trende neredeyse ölüme terk edilir. Hogwarts’a yaptıkları ilk yolculukta Ron’un evcil faresi Scabbers’ın komik bir şekilde trene girmesi gibi sıradan görünen bir olay bile, onun aslında kılık değiştirmiş bir insan, Harry’nin ailesine ihanet edip Lord Voldemort’un hizmetkârı haline gelen adam olduğunu öğrendiğimizde önemli hale gelir.

Hogwarts Ekspresi aynı zamanda Harry için özgürlüğü de temsil eder, çünkü Little Whinging kasabasında Dursley’lerle birlikte yaşadığı kasvetli hayatından kaçma fırsatı verir. Bize “Harry’nin [trenin] tanıdık kokusunu içine çektiğinde moralinin yükseldiğini hissettiği … ve gerçekten [Hogwarts’a] geri döndüğü” aktarılır. Serinin son kitabı, Harry’nin karşı karşıya olduğu tehlikeyi vurgulayan bir tren yolculuğuyla başlamayan tek kitaptır. Artık okulu, alışılmış rutinleri ve ritüelleri tarafından korunmayan Harry dünyaya çıkıp Voldemort’u öldürmek zorundadır.

Harry, arkadaşlarını ve ailesini kurtarmak için kurban olur ve kendini “buluşmaların ve muhtemel yolculukların yeri” olan King’s Cross İstasyonu’nu andıran bir tür arafta bulur. (Duriez, 2007: 30). Ona geri dönme ve mücadeleye devam etme seçeneğiyle birlikte “trene binme” fırsatı verilir. İstasyon, “dünyalar arasındaki bir sınır bölgesini” işaret eden “ruhsal” bir kavşaktır (Duriez, 2007: 85). Harry hayatı ve mücadelenin devamını seçer. Düşmanının nihai yenilgisi, 19 yıl sonra, bu kez Harry’nin oğulları Albus ve James ile Ron ve Hermione’nin kızı Rose’un Hogwarts’a gitmek üzere yaptıkları bir başka tren yolculuğuyla sembolize edilir. Bir yeni nesil artık trene binmekte özgürdür. Kitabın son sözlerinde de ifade edildiği gibi: “Her şey yolundadır.” Tanıdık tren yolculuğu artık acı tatlı bir anı, sevgili çocuklara bir vedadır.

Buharlı Trenler ve Sihirli Dönüşümleri

Modern çocuk anlatıları buharlı treni, ana kahramanın dönüşümünü kolaylaştıran sihirli bir ortam olarak tasvir eder. Harry, trende en iyi iki arkadaşı Ron ve Hermione ile tanışır. Onların sadakati ve desteği Lord Voldemort’un yarattığı tehdidi yenmesinde etkili olacaktır. Erken çocukluk dönemindeki deneyimlerinin aksine, Harry yalnız olmadığını öğrenir. Tren aynı zamanda Harry’nin yetişkinliğe geçiş töreninin de yapıldığı yerdir. İlk aşk heyecanını ve kıskançlık sancılarını ilk önce Cho Chang, sonra da Ginny Weasley’de yaşar. Harry aynı zamanda bir tür kahraman yolculuğu (Campbell, 1949) şeklinde başarıyla tamamlaması gereken çeşitli “sınamalardan ve denemelerden” (Duriez, 2007: 169) geçer. Örneğin, bir tren yolculuğunda kendisini tehdit eden Ruh Emicilerin gücünün üstesinden gelmeyi öğrenir. Harry, masumiyet halinden kötülüğü yenmek için ne yapması gerektiğinin bilgisine ve “ahlaki bilincinin” uyanışına doğru ilerler (Behr, 2005: 114). Her tren yolculuğu Harry’nin biraz daha bilgeleşmesini ve temkinli olmasını sağlar. King’s Cross İstasyonu’nda pes etmeyerek ve diğerlerini terk etmeyerek yaptığı seçim, cesaretinin ve “karakter gelişiminin” örneğidir (Behr, 2005: 117).

Kutup Ekspresi de yetişkinliğin eşiğindeki bir çocukla ilgilidir. Bu hikâyede, çocuk hayal gücünü geride bırakmak ister ama aynı zamanda çelişkili bir şekilde çocukluğun büyüsünü korumayı da arzular. Tren yolculuğu, ona hayatı dümdüz görmemeyi ve merak duygusunu kaybetmemeyi öğretir. Dolayısıyla dönüşümü ahlaki değil, duygusaldır; yeni deneyimlere ve ortamlara açık bir dünya görüşünü benimser. Harry Potter serisi de bu temaları yansıtır. Rowling’in yarattığı dünya, trende bir el arabasında satılan sihirli şekerlere kadar özenle işlenmiş ve sevgiyle detaylandırılmıştır, ancak çoğu zaman asıl vurgu gizli tren peronu ve Harry’nin görünmezlik pelerini gibi görülemeyen şeylerin üzerindedir. Tren, Rowling’in yarattığı ve hepimizin hayranlık duyduğu hayali dünya anlatısının ana parçasıdır. Bir yandan gerçek dünyanın cisimsel bir hatırlatıcısıdır, diğer yandan bizi gündelik olanın ötesine taşıyan büyülü unsurlara sahiptir. Sıradan bir ekspres tren bunun için yeterli olmayacaktır. Bize her şeyin mümkün olduğu hissini verecek, gizem ve entrika kokan bir buharlı tren olmalıdır.

Son Bir Not

Bu makalede ele alınan altı hikâye, buharlı trenlerin çocuk hikâyelerinde ne kadar güçlü bir şekilde yer aldığını göstermektedir. Trenlerin heyecan verici, maceracı ve sihirli olduğuna dair sürekli bir vaat vardır. Bu tür fikirler çocuklukta özümsenir ve buharlı tarihi demiryollarını deneyimleme isteğine katkıda bulunur. Modern dünyada artık pratik olmayan buharlı trenler, çocukluk hikâyelerini ve maceralarını bir kez daha deneyimlemek için sihirli bir geçit haline gelir.

Kaynakça

Anderson, S. (2007) Time, subjectivity and modernism in E. Nesbit’s children’s fiction. Children’s Literature Association Quarterly 32 (4), 308–322.

Behr, K.E. (2005) ‘Same-as-difference’: Narrative transformations and intersecting cultures in Harry Potter. Journal of Narrative Theory 35 (1), 112–132.

Boone, T. (2007) ‘Germs of endearment’: The machinations of Edwardian children’s fictions. Children’s Literature 35, 80–101.

Butcher, W. (1990) Verne’s Journey to the Centre of the Self: Space and Time in the Voyages Extraordinaires. Basingstoke: Macmillan.

Campbell, J. (1949) The Hero with a Thousand Faces. Princeton, NJ: Princeton University Press (1993).

Duriez, C. (2007) The Unauthorised Harry Potter Companion. Stroud: Sutton.

Frost, W. (2009) Projecting an image: Film-induced festivals in the American West. Event Management 12 (2), 95–104.

Laing, J. and Frost, W. (2012) Books and Travel: Inspirations, Quests, Tranformations. Bristol: Channel View Publications.

Lowenthal, D. (1985) The Past Is a Foreign Country. Cambridge: Cambridge University Press.

Mansson, M. (2010) Negotiating authenticity at Rosslyn Chapel. In B.T. Knudsen and A.M. Waade (eds) Re-Investing Authenticity: Tourism, Place and Emotions (pp. 169–180). Bristol: Channel View Publications.

Martin, A. (1990) The Mask of the Prophet: The Extraordinary Fictions of Jules Verne. Oxford: Clarendon. Mickenberg, J.L. and Nel, P. (2005) What’s left? Children’s Literature Association Quarterly 30 (4), 349–353.

Morton, H.V. (1927) In Search of England. London: Methuen (1934).

Nesbit, E. (1906) The Railway Children. London: Penguin (2010).

Shipley, J. (2010) The Making of the Railway Children. Haworth: Keighley & Worth Valley Railway Preservation Society.

Smith, S. (2001) Moving Lives: Twentieth Century Women’s Travel Writing. Minneapolis, MN: University of Minnesota Press.

Verne, J. (1873) Around the World in Eighty Days. Ware: Wordsworth (1994).

Wallace, T. (2006) Working on the train gang: Alienation, liminality and communitas in the UK preserved railway sector. International Journal of Heritage Studies 12 (3), 218–233.

İngilizce aslından çeviren: İlkiz Tülek

Çeviri editörü: Asalet Erten

Kaynak metin: Frost, Warwick ve Laing, Jennifer. “4. The Magic of Trains and Travel in Children’s Stories”. Railway Heritage and Tourism: Global Perspectives, yay. haz. Michael V. Conlin ve Geoffrey R. Bird, Bristol, Blue Ridge Summit: Channel View Publications, 2014, s. 42-54.

  1. Ç.N: Ealing komedileri, 1947’den 1957’ye kadar on yıllık bir süre boyunca Londra merkezli Ealing Stüdyoları tarafından üretilen bir dizi komedi filminin gayri resmi adıdır.

Bu yazıyı paylaşın
error: İçerik koruma altındadır!!
Scroll to Top