Necdet Neydim
Doksanlı yıllarda Almancadan çevirdiğim “Das war der Hirbel” [Aslanlarını Arayan Çocuk] çeviri bağlamında engelliliği anlatan ender kitaplardan biridir. Aslına bakarsanız telif eserler arasında da engelliliği anlatan kitap çok fazla bulunmaz. Çocuk edebiyatının ilgi alanına fazla girmemiştir bu konu.
Doğumda meydana gelen bir hata sonucunda spastik olarak dünyaya gelmiş bir çocuktu, Hirbel. Annesi spastik olarak dünyaya gelen çocuğunu, ona bakmakta zorlandığı için bir yurda terk edip gitmişti. Anne, arada bir yurda gelir ve çocuğu Hirbel’i ziyaret eder, ona kâğıttan külaha doldurulmuş şekerlemeler ve balonlar getirir ve daha sonra giderken tekrar geleceğine dair yeminler eder, binlerce söz verir, onu yalnız bırakmayacağını teminat verir; ama aradan aylar geçer gelmezdi.
Hirbel anne yokluğunu ve onun yarattığı bu boşluğu, yuvadaki bakıcılarla ya da oradaki kadın öğretmenlerle gidermeye çalışırdı. Onları severdi ve onlarla yaptığı en önemli şakalardan bir tanesi, aslında buna şaka da denemezdi: Hirbel çok sevdiği kadın öğretmenlerine onu evlat edinmesini söyler, hiç yaramazlık yapmayacağına dair sözler verirdi.
Öğretmenlerin elbette böyle bir imkanları ya da yetkileri yoktu. Belki de böyle bir şeyi yapmak istemiyorlardı, işte böyle bir durumda Hirbel hep bu beklenti içerisinde, her yeni gelen öğretmene, her yeni gelen bakıcıya onu evlat edinmesini teklif ederek, yalvararak geçirirdi günlerini.
Hirbel’in çok daha başka düşleri de vardı. Rüyalarında gördüğü aslanların arasına gitmek istiyordu. Aslına bakarsanız düşlerinde gördüğü aslanlar onun dış dünyada ulaşmak istediği ve birlikte yaşamak istediği bir hayaldi. Ama aslında bu hayale bir ara yurttan kaçıp dış dünyaya çıktığında gördüğü ve aralarında yaşadığı koyun sürüsü neden olmuştu. Hirbel koyunların aslan olduğunu düşünüyordu.
Hep bu düşlerle hep bu özlemle günlerini geçirdi. Sonra bir gün, günlerden bir gün fırsatını bulup yuvadan kaçtı ve koyunların arasına gitti. Onların arasında mutluydu. Sıcacık ve güvenliydi. Sonunda yuvadan insanlar geldi ve onu buldular ve onu tekrar yuvaya götürdüler. Hirbel arkadaşlarına yine kaçacağını ve aslanlarına kavuşacağını anlatıyordu. Aslanları gördüm, aslanlarla beraber yaşadım ve ben bir gün gelecek yine aslan dostlarımın arasına gideceğim.
Bir gün yuvaya onu aslında sevgiyle kucaklayan, sevgiyle saran bir öğretmen geldi. Hirbel onu anne yerine koydu. O kadar çok sevdi ki onu …
O kadın da aslında Hirbel’i yanına alamazdı. Ve onun da bir gün yuvadan ayrılması gerekti. Hirbel çok sevdiği o öğretmenin gidişine o kadar çok üzüldü ki, yine yuvadan kaçmaya kalktı. Artık Hirbel ile ilgili son bir kararın verilmesi gerekmekteydi. Hirbel başka bir yurda gönderilecekti. Acımasız bir karardı bu.
Başka bir yere gitmesi gerçekleşir mi, gerçekleşmez mi? Onu bilemeyiz. Yazar hikayesini burada sonlandırır…
Hirbel’e sonra ne olmuştur? Annesi onu aramış mıdır? Süreçle ilgili düşünme rolünü yazar okurlarına bırakır.
Kitabı okuyan çocuklar, onunla birlikte olduklarında niye Hirbel’in mutlu bir sona kavuşmadığını yazara sorarlar. Ona niye kimsenin yardım etmediğini ve yeterince sevgi göstermediğini…
Haertling’in cevabı sert ama gerçektir. Yazar gerçek hayatta neler olduğunu düşünmelerini ve bunu araştırmalarını söyler çocuklara. O çocukların hayatın içinde nasıl durduklarını, varoluşlarını sürdürmek için nasıl mücadele ettiklerini bilmek gerektiğini de ekler.
Engelli çocukların toplumsal bağlamda baktığınızda hayatın içine karışması çok fazla istenen şeylerden biri değildir. Engelli çocukların daha çok toplum dışı bırakılma yani toplumun onları içine almama ve onları kendinden uzak tutma eğilimi baskın konumdadır. Tarihsel sürece baktığımız zaman bu engelli çocukların da hayata karışabileceği ve o çocukların haklarının olduğu, yaşama hakkının olduğu, toplumsallaşma hakkı olduğu konusu çok tartışılmıştır ama bu tartışma sonuçta özellikle anneye dönük bir suçlama ya da annenin kendini suçluluk duygusuyla cezalandırmasıyla sonuçlanır ve çocuk bu suçlama ve suçluluk duygularının egemenliğinde değil toplumsallaşma, dış dünyaya çıkma konusunda bile bir hakka sahip olamaz.
“Çocuk Hakları Sözleşmesi”nin imzalanmasının ardından engelli çocukların da dış dünyaya çıkabileceği, eğitimden yararlanabileceği sosyal hayatın bir parçası olabileceği kabul edilmeye başlanmıştır.
Yerel yönetimlerin öncülüğünde bu çocukların hayata karışabileceği sosyal projeler gerçekleştirilmeye başlanır ama bu gerçekten toplumsal bağlamda baktığınız zaman oldukça yeni bir süreçtir ve o sürece gelene kadar çocukların toplumsallaşması yani toplum içine çıkması konusu bile aileler için bir utanç konusu olmuştur. Daha sonra yukarıda vurguladığımız çocuk hakları çerçevesinde bunların yavaş yavaş ortadan kalktığını söylemek mümkün. Ama yine de bu tür konuların 2000’li yıllara gelene kadar çok geniş bağlamda çocuk edebiyatına yansıdığı, o çocukların da hayatın içinde var olduğu ve var olma haklarının olduğu konusu oldukça geride tutulmuştur ve suçluluk duygusu baskın konumda varlığını sürdürmüştür. Başka bir örnek vermek gerekirse, yerli yazarlarımızdan Kemalettin Tuğcu aslında kendisi yürüme engelli bir çocuk olarak doğmuş ve hayatını böyle sürdürmüştür.
Tuğcu, engelli çocuğun hayatını anlatırken onu annesiyle birlikte bir pencere kenarına oturtur, sokakta top oynayan çocukları seyrettirir ve o engelli çocuğun özlemlerini bastırır. Aslında bahsettiği kişi kendisidir.
Toparlayacak olursak, çocuk hakları sözleşmesi 20 Kasım1989’da imzalanmıştır. Daha öncesine bakarsanız çocuklar için bu haklardan söz etmek söz konusu değildir. Birleşmiş Milletlerin imzalanan bu bildirgeyi yayımlaması, evrensel bağlamda toplumların çocuk haklarından söz etme imkanını yaratmıştır. Edebiyat bu konuda en önemli destek alanıdır ki bu konu edebiyat tarafından ele alındıkça tartışma konusu olmuş ve daha fazla kamusal alanda konuşulmaya başlanmıştır. Var olan metinlerin yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Toplumlar yerelde bu konuyu konuşmak konusunda henüz hazır görünmedikleri izlenimi vermektedir. Oysa bunu ne kadar çok edebiyata taşırsak ve ne kadar tartışırsak yaşanan sorunları o kadar kolay aşabileceğiz. Çeviri ve telif eserlerle bu alanın desteklenmesinin önemli olduğunu düşünüyorum.
Aslanlarını Arayan Çocuk (1993 İstanbul)
Afa Yayınları
Yazan: Peter Härtling
Çeviren: Necdet Neydim