Seda Şafak ve Mehtap Dilek
Orijinal İsmi: The Boy in the Striped Pyjamas
Yönetmen: Mark Herman
Yapımcı: David Heyman, Mark Herman, Rosie Alison
Senaryo: Mark Herman, John Boyne
Oyuncular: Asa Butterfield
Jack Scanlon
Vera Farmiga
David Thewlis
David Hayman
Müzik: James Hormer
Kurgu: Michael Ellis
Cinsi: Sinema Filmi
Türü: Dram, Gerilim, Savaş, Tarih
Yapım Yılı/Yeri: 2008, ABD
Süre: 94 dakika
“Çizgili Pijamalı Çocuk” (The Boy in the Striped Pyjamas) John Boyne tarafından kaleme alınan aynı adlı eserden uyarlanarak yönetmenliğini Mark Herman’ın yaptığı 2008 yapımı bir filmdir.
İzleyen herkesin üzerinde derin etkiler bırakacak bu filmde savaşın çocuklar üzerindeki etkisi başarılı bir şekilde anlatılıyor. Çocuklar ve yetişkinler hayata hiçbir zaman aynı gözle bakmaz, hayattan aynı şeyleri beklemez. Filmi izlerken neredeyse her sahnede bu durum gün yüzüne çıkıyor.
Biri kamp komutanının oğlu, oldukça sevimli, herkesin kalbinde yer edinen, önüne türlü imkânlar serilen güzel giyimli, ailesi tarafından sevilen, dışarıda yaşanan kötülüklerden haberi olmayan, aklı sadece oyunla ve merakla meşgul olan Bruno; diğeri ise Bruno kadar şanslı olmayan, bir toplama kamptaki mahkum bir ailenin oğlu olarak çizgili pijama tabiri caize mahkum kıyafeti giydirilen, çocukluğunu yaşayamayan ve bütün hayatı tel örgülerden ibaret olan Shmuel…İşte bu iki masum çocuk İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşananları tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.
Bruno ile Shmuel’in sorgusuz, ayrıcalıksız dostluğu bir taraftan yürekleri sıcacık yaparken diğer taraftan da gerçeklerin soğuk yüzüyle üşütür. Filmin sonunda ise hayal bile edemeyeceğimiz bir son izleyenleri beklemektedir.
Bruno’nun babası çok başarılı, disiplinli bir askerdir ve savaş sırasında bu başarısına (Bruno’nun söylemiyle korkutucu) ihtiyaç vardır. Bunun için bir terfi alır ve Nazi Almanya’sı Bruno’nun babasını görevli olarak Polonya’ya gönderir. Babasının askeri kimliği başarılı bir şekilde yansıtılmıştır. Sert bakışları, disiplinli yaşam şekli, kostüm ve görünüşü ile tam anlamıyla acımasız bir asker karakteri izleyiciye yansıtılmıştır. Bruno babasının bu sert ama başarılı karakterine hayrandır. Ancak yeni görevine kadar. Film baba ve babanın başarıları üzerine şekillenirken Bruno aslında çocuktur ve çocukluğunu yaşamak ister.
Aile, Bruno’nun babasının yeni görev yeri olan bir toplama kampının yakınlarındaki bir eve taşınır ve tüm hikaye bundan sonra başlar. Film, Bruno’nun çocuksu merakı ve anlamlandıramadığı pek çok olayla devam eder. Taşınmadan önce herkes bir telaş içindeyken onun arkadaşları ile oyunlar oynaya devam etmesi ve vedalaşırken herkesten çok zorlanması çocukların ruhunu başarılı bir şekilde yansıtmıştır.
Bruno’nun annesinin filmdeki rolüne bakacak olursak, özellikle izleyici üzerinde derin duygusal bir iz bırakmaktadır. Anne karakteri, film boyunca hem çocuklarına duyduğu sınırsız sevgi hem de içsel çatışmalarıyla belirginleşmektedir. Bruno’nun babasının görevi hakkındaki gerçekleri öğrendiğinde yaşadığı şok ve içsel savaş, izleyicinin karmaşık duygusal durumunu anlamasına yardımcı olmaktadır. Anne yaşadığı her şeyi anlamlandırmaya çalışırken aynı zamanda kendisi de savaşın soğuk yüzü ve acımasızlığıyla yüzleşmek zorunda kalır.
Bruno’nun ablası ile arasındaki çatışma da başarılı bir şekilde işlenmiştir. Yeni düzenlerine kadar ikisi de bir çocukken sonrasında ablası hızlı bir büyüme sürecine girmiştir. Bu durum Bruno’nun daha çok yalnızlaşmasına ve mutsuzluğa neden olmuştur. Yeni taşındıkları evi kendisinin zor kabullenişi, ablasının ise ailesini mutlu etmek adına çocuk yaşta büyümüş gibi davranma çabaları farklı karakterleri gözler önüne sermektedir.
Yeni hayatlarında çok fazla ciddiyet ve disiplin olan Bruno için bir çıkış kapısı gerekmektedir ve bunu da arka bahçeye açılan kapı verecektir. Çocuğun hayatında merak çok önemli bir unsurdur; bu unsur, bu kapı ile ardına kadar açılacaktır.
Bruno, bu kapıdan çıkarak evlerinin arkasındaki ormanı keşfe dalarken derin ormanda bazen kuş olur uçar, bazen rüzgar olur eser.
Toplama kampını ilk gördüğü an, karşı konulamaz hislerle, saf bir merakla doludur. Kampı uzaktan odasındaki pencereden gören Bruno, oradaki insanların çiftçi komşuları olduğunu düşünür. Oradan o kadar çok etkilenir ki çiftçi komşularının resmini bile çizer. Bruno’nun odasından baktığında gördüğü yer, onun masum hayallerinin sonsuz ötesinde karanlıklarla kaplı, çocukların gülüp eğlendiği, aileleriyle bir arada olduğu bir yer değil; masumiyetin ve sevginin olmadığı, sadece insanların acı çektiği ve acımasızca yakılarak yok edildiği bir cehennemdir: Auschwitz Yahudi toplama ve imha kampı. Bu sahne, savaşın çirkin yüzünü Bruno’nun masumiyetiyle birleştirerek izleyiciye çocukların gözünden savaşın anlamını sorgulatır.
İki çocuk, iki hayat, arkadaşlık, ihanet, merak, korku, vefa… Tüm bu duyguları izleyiciye yaşatacak bu güzel çocuklar. Yetişkinlerin hayatlarının ne kadar acımasız, ne kadar karmaşık, ne kadar çözülmesi imkansız düğümlerle dolu olduğunu gözler önüne serecek.
Shmuel ve Bruno arasında sanki iki dünyayı birbirinden ayırmak için örülmüş ama arkadaşlıklarına engel olamayan; sohbet etmelerine, yemek yemelerine hatta oyunlarına eşlik eden teller karşımıza çıkar. Ama onlar hem o telleri hem de korkunç fikirleri çocuksu düşünceleriyle bir bir aşarlar. Hayatları pahasına…
Film, Bruno’nun çocuksu masumiyeti ve acımasız savaşın gerçeklerini keşfetme sürecini ele alırken, iki çocuğun dostluğu üzerinden savaşın trajedisini ve insanlık dışı uygulamalarını gözler önüne serer. Çocukların dünyası lekesiz bembeyaz boş birer kağıttır. Savaşlar ise o kağıtta asla silinmeyecek lekeler bırakan mürekkep…
Bruno, yavaş yavaş Shmuel’in dünyasının kendi dünyasından ne kadar farklı olduğunu ve ne kadar zalimce muamele gördüğünü çocuksu bir giysi değişiminin dünya değişimi saydıkları oyunlarıyla acı bir şekilde deneyimler.
Shmuel’in dünyasındaki gerçeklerin aslında ona anlatılan, gösterilen yaşantılar gibi olmadığını fark edip gerçeklerden korkan Bruno, her ne kadar evine geri dönmek istese de dostuna bir kez daha ihanet edemeyeceğinden bir daha asla evine dönemeyecektir. Bu sahnelerde çocuğun içinde yaşadığı ikilem, korku ve tüm bunlara rağmen verilen sözün çocuk için önemi oldukça başarılı bir biçimde işlenmiştir.
Filme teknik açıdan bakıldığında dönemin ruhuna uygun tasarlanan ışıklandırma, mekan, dekor, kostüm, makyaj ve müzikler izleyiciyi filmin içine çekmekte oldukça başarılıdr. Dönem ruhu izleyiciye fazlasıyla yansıtılmıştır. Savaşın soğuk yüzü, merhametsizliği kanımızı donduracak duygusallıkla izleyiciye hissettirilmiştir. Ayrıca oyuncular da çok başarılıdır.
Bu film izleyenlere insanlığı ve savaşı sorgulatacaktır. Aslında çocuk masumiyetinin her şeyin üzerinde olduğunu gösteren, izleyenlerin mutlaka etkileneceği güzel bir filmdir.
Gelelim olumsuz taraflarına. Film bir çocuk kitabından uyarlandığı için çocuk filmi olarak geçer ancak çocuklar için uygun olup olmadığı tartışma konusu. Çocukların masum hayatlarını karartacak bir trajik sonla bitiyor. Özellikle filmin sonuna doğru gösterilen sahneler çocukların ruhlarında anlamlandıramadıkları onarılmaz yaralara sebep olabilir. Çocuk filmi dediğimiz yapıtlar çocuklara umudun, yaşama sevincinin aşılanmasında bir pencere görevi görmelidir. Fakat bu film çocuğun yapısına uygun bir film olmaktan ziyade yetişkinlere seslenen onlara ders verip düşündüren nitelikte bir film.
Filmin sarsıcı sonu izleyen herkeste üzüntü yaratacaktır. Fakat bu üzüntünün filmin başından itibaren sempati duyulan Bruno’nun başına gelenlerden mi yoksa yahudilere yapılan kötü muameleden mi kaynaklı olduğu anlaşılamamaktadır. Fazlasıyla etkileyici bir sahne olabilir ama aslında sorgulanması gereken bizim gerçekten neye ve kime üzüldüğümüzdür.
Filmin bazı ayrıntıları ise filmdeki gerçekliği bozuyor. Shmuel ile Bruno ilk karşılaştıklarında birbirlerinin adlarına dahi şaşırırken aynı dili hiç zorlanmadan konuşuyorlar. Oysa biri Yahudi biri Alman. Irk fark etmeden çocuk çocuktur, masumdur, hepsinin ruhu aynıdır mesajı verilirken dil de dikkate alınabilirdi.
Ayrıca Bruno’nun ailesinin getirilip insanların acımasızca yakıldığı toplama kampının yanındaki bir malikaneye yerleştirilmeleri de gerçeklikten uzak pek mümkün olmayan bir durum gibi görünüyor.
Aile bireyleri babanın terfisinden ötürü her şeylerini bırakıp aile bağını koparmamak adına farklı bir yere taşınıyor. Fakat filmdeki aile ilişkileri, diyalogları bu durumu destekler nitelikte değil. Diyaloglara, aile içi ilişkilere çok az yer verilmiş. Daha güçlü bir bağ kurulabilirdi.
Kampa baktığımızda aşırı güvelikli elektrikli tellerle çevrilmiş durumda. Oysa oyunlar oynayıp hayal kurmaktan başka deneyimi olmayan çocuklar büyük insanlar gibi bir kürek yardımıyla elektrikli telleri tek seferde geçiveriyorlar. Bu da kurguyu sorgulatıyor.
Tüm bu değerlendirmelerin ardından şu kesinlikle söylenebilir ki savaş ve çocuğun anlatıldığı etkileyici bir filmdir. Son sahneden sonra uzun süre etkisinden çıkılmayacak, insanlığın sorgulanacağı, masum hayatların nasıl solduğunu gösterip insanın üzerinde soğuk duş etkisi yapan izlenmesi gereken bir filmdir. Savaş, masum çocukların oyunlarını çalan bir hırsızdır.
Saygı duyulası bir dostluğun çocukların masum penceresinden anlatıldığı bu film hayatın ve insanlığın nasıl yok edildiğini kalplere bir parça dokunarak izleyiciyle duygusal bir bağ kurmaktadır. Bruno ve Shmuel’in yaşadığı acı olaylar karşısında hissettiğimiz acı, çaresizlik uzun süre hafızalarımızdan silinmeyecektir. Savaş hep acıdır ve çok can acıtır…