Bir Öz Yaşam Öyküsü: Sol Ayağım

Pınar Baysal

“A powerful biography… a moving potrayal of an astonishing man with a brilliant brain trapped inside a damaged body” -The Observer

“Güçlü bir biyografi… hasarlı bir vücudun içinde sıkışıp kalmış parlak bir beyne sahip şaşırtıcı bir adamın dokunaklı bir portresi” -The Observer

5 Haziran 1932’de Dublin’de Rotunda Hastanesi’nde doğan Christy’nin sıradışı yaşamöyküsü… Toplam yirmi iki çocuktan yaşamını sürdürebilenlerden biri olan Christy Brown. Zor bir doğum sonunda dünyaya gelen, evine ancak bir süre hastanede bakıldıktan sonra gidebilen ve dört aylıkken boynunu sabit tutamadığı annesi tarafından fark edilen Christy. Yaşamı boyunca sol ayağı dışında bedenini ve konuşmasını kontrol edemeyecek olan Christy.

Bir yaşında başlayan hastane ziyaretlerinden hep zihinsel engelli ve tedavisi mümkün olmayan bir hasta tanımı ile ayrılmış aile. Garip, küçük, şekilsiz bir tip olarak görülen Christy’nin anne ve babası; ne doktorları ne de aile dostlarını dinledi. Onlar oğullarını diğerlerinin tarifi ile bir embesil olarak görmediler ve ona da ailelerindeki diğer çocuklarına açtıkları kucağı açtılar. Evet, fiziksel engelliydi ama zekâ geriliği yoktu. Evet; parmakları hep bükülmüş haldeydi, kolları arkaya sarkıyordu, ancak yerde bir yılan gibi kıvrılarak hareket edebiliyordu.

Ama bir Aralık günü bir şey oldu. Kardeşleri matematik çalışıyordu ve ortada sarı bir tebeşir vardı.

Sarı tebeşir ve A harfi ile ilk değişim başlıyor:

“Dikkatimi bu kadar çeken şey tebeşirdi. Uzun, ince, sapsarı bir çubuktu. Daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim. Tahtanın siyah yüzeyinde öyle bir belirgindi ki altın bir çubuk gibi etkilemişti beni. Tebeşiri ayak parmaklarımın arasında sıkıca tuttum ve dürtü ile hareket edip tahtanın üzerine gelişi güzel karalamalar yaptım.” (2009:15)

Annesini bunu fark edişi ve oğluna ısrarla yol göstermesiyle…

“Dişlerimi o kadar sıkmıştım ki az kalsın alt dudağımı deliyordum. Yine de ‘A’ harfini yazdım. Önümde yerde duruyordu. Titrekti, acemiceydi; kenarı eğri büğrüydü ve hiç düzgün olmayan bir orta çizgisi vardı. Yine de ‘A’ harfiydi. Başımı kaldırdım. Bir an annemin yüzünü gördüm, yanaklarında yaşlar vardı. Sonra babam eğildi ve beni omzuna aldı.” (2009: 18)

Sarı tebeşirle yazılan bu A, Christy’nin çizdiği ilk harftir. Zihinsel engelli olmadığına dair değerli bir kanıttır. Bu sahne, anne ve babanın verdiği tepkilerle nasıl da özel! Christy’ye inanmayı hiç bırakmayan anne ve babanın desteği ile daha ne kutlamalar yapılacak!

Kardeşler de çok güçlü bu ailede. Ailenin küçük annesi Lily’nin diğer çocuklarla ilgilenmesi, ev işlerine yardımcı olması, aldığı sorumluluklar ve böylece anneye, Christy ile ilgilenmek için daha fazla zaman kalıyordu.

Bu ilgi hiç karşılıksız kalmadı. “Annem, bana ayağımla A harfini çizmeyi öğrettikten sonra, bütün alfabeyi hemen hemen aynı yolla öğretmeye koyuldu. Kendisine sunulan mucizevi fırsatı değerlendirmeye ve benim dünyanın geri kalanı ile konuşarak, olmuyorsa yazılı olarak iletişim kurmama yardım etmeye karar vermişti.” (2009: 19) Christy’nin yazdığı ilk sözcük: “ANNE” oldu.

Christy, kardeşleri ile evde saklambaç ve körebe oynuyordu, yerde sürünerek de olsa. Hızlı hareket etmeyi gerektiren bu oyunlara katılması, onun azmini ve hırsını; kardeşlerinin de ona karşı anlayışlı ve destekçi yanlarını ortaya koyuyordu.

Ve kardeşlerine takılarak Henry ile kanalda yüzmeye gidişler… Henry kim mi? “Sekiz yaşındayken hâlâ o eski arabaya biniyordum ve içinde asil bir kral gibi oturuyordum. Bu araba çirkin, eski püskü bir şeydi; kimseden iyi muamele görmüyordu. Hep tekmeleniyor, devriliyor, itiliyor ve üstüne basılıyordu. Herkes onunla alay ediyordu ama benim gözümde neredeyse bir insan gibi sevilmeye değerdi. Benden başka kimsenin takdir edemeyeceği garip bir saygınlığı vardı sanki.” (2009: 38)

Aynı Christy, on yaşına geldiğinde eve kapandı. Duyguları öyle ters yüzdü ki… O mutlu çocuğun yerine kendi sözcükleri ile “sinirleri kırık bir cam parçası gibi keskin ve telgraf telleri gibi gergin, koca gözlü bir yaratık” geldi. Annesinin de gücü yetmedi o günlerde ama önemli bir şey oldu ve evde geçirdiği, herkesten uzaklaştığı o anlarda sarı tebeşirin yerini boya kalemleri aldı.

Ve annesinin hastalığı döneminde çok özel bir insan dahil oldu Christy’nin yaşamına: Katriona Delahunt. Annesinin hasta bakıcısı, on sekiz yaşlarında genç bir kız. Annesi hastanedeyken onunla iletişim kurmasını sağlamanın yanı sıra Christy’nin kendisine duyduğu güvenin artmasını sağladı. Hayallerindeki kızla tanıştığını düşünen Christy, onun ısrarı ile Noel Resim Yarışması’na katıldı. Yarışmada birinci olması ile evlerine gelen muhabirler, onun ilk fotoğrafını çektiler. Aslında resimlerini yerde yapan Christy’yi, bir sehpada oturup resim yaparken fotoğraflamayı uygun buldular.

Resim yapmayı, öyküler yazma isteği izledi. İlk öyküleri, birer mezarlığa dönüyordu çünkü karakterlerini birer birer öldürüyordu. Romantik ve hüzünlü ilişkiler, polisiyeler, şiddet, ölüm, ölüm… Kendisini kötü hissettiğinde evde bir köşeye çekilip yazıyordu. Monoton günlerden böyle kaçıyordu. O günlerde ona en iyi gelen şey klasik müzikti. İçine işleyen ilk eser de Handel’in “Largo”su.

Bu da bir süre sonra Christy’nin ilgi alanından çıktı. Kendi kendisiyle kaldığında Tanrı ile hesaplaşmaya başladı. Büyüdükçe onun kendisinden uzaklaştığını düşündü. İşte bu günlerde Bayan Maguire’nin (Katriona evlenmişti) önerisi ile ilk yurtdışı seyahatini planlamaya başladı. Lourdes’e gidecekti. Lourdes; ikonik dini mekânlara ev sahipliği yapan, Batı Avrupa’nın en önemli hac merkezlerinden birisiydi. Umutsuz hastaların burada mucizevi bir biçimde şifa bulduğuna inanılırdı. Christy, tek başına çıktığı bu yolculuk sonunda acı çeken diğer insanları gördüğünde yalnız olmadığını düşünmeye başladı hatta bir salyangoz gibi kabuğuna çekilmekten vazgeçti çünkü kendisinden daha kötü durumda insanlar olduğunu görmek ve kendi acılarını, diğerlerinin acıları yanında hiç olduğunu düşünmek onu derinden etkiledi.

Duygusal olarak oldukça sarsıntılı yaşanan bu yolculuğun ardından Christy’nin karşısına Doktor Collins çıktı. Onu bebekliğinden beri tanıyan, uzaktan takip eden ve beyin felci tedavisinde ulaşılan gelişmeleri paylaşmak için evlerine kadar gelen Doktor Collins. Yeni bir umut oldu doktor, Christy ve tüm aile için.

Christy’nin dört erkek kardeşi de babaları gibi duvar ustasıydı. Christy, onlar gibi duvar öremediği için bu işten nefret ediyordu. Ailesindeki erkekler tuğlalarla evler inşa ederken o da düşüncelerini yazarak kocaman ve özgür bir dünya inşa edecekti. Beş yaşında sol ayağının ayak parmakları ile ilk harfi yazmayı öğrenmesinin ona yeni bir hayatın anahtarı olduğunu on yedi yaşında fark etti.

Doktor Collins’ten sonra Christy’yi muayene etmek için eve gelen Doktor Warnants oldu. Her pazar evde çalışmaya başladılar. Bir süre sonra egzersizler için daha geniş bir yere ihtiyaç duydular. Eğer bu çaba sonuç verirse bir kilinikte fizik tedavi adı verilen süreç başlayacaktı ki Christy için “fizik tedavi” şahane bir isimdi. Çözüm her zamanki gibi anneden geldi ve her zamanki gibi baba ve kardeşler anneyi destekledi: Evlerinin arka bahçesine Christy için küçük bir ev inşa ettiler.

Christy’nin duygu dünyası o kadar değişkendi ki… Kendisine ait yeni evinde yazarak özgürleşen Christy, konuşamadığı için isyankârdı. Ona göre yazmak ölümsüz olabilirdi ama konuşmak gibi insanlar arasında köprü kuramazdı. Bir arkadaşı ile tartışmayı, bir kızla birkaç dakika sohbet etmeyi dünyalara değişmezdi.

Christy’nin özyaşamöyküsünü on üç yaşındaki kardeşi Francis yazıyordu. O farklıydı. Diğer kardeşler, akıllarını vermeden makine gibi yazarken Francis düşünüyordu da. Yazdığı bölümleri Christy’ye okuyor; sözcükler ya da dilbilgisi ile ilgili sorular soruyor ama Christy rahat konuşamadığı için bunları yanıtlamakta zorlanıyordu.

Yazdıklarına yorum getiren asıl isim Doktor Collins’ti. Sadece klinikteki tedavi desteği ile kalmayan bu doktor, Christy’nin yazdıklarına en ağır eleştirileri getiriyordu. Annesinin çabası ile okumayı ve yazmayı öğrenmişti ama bir okula gidememişti. Bu mümkün değildi. Özel bir öğretmene ihtiyacı vardı. Doktor Collins, bu noktada da onun yardımına koştu. Bay Guthrie’nin fiziksel hareketler ve konuşma zorluğu için Christy’yle çalışmasını sağladı.

Bir süre sonra farklı yazarların eserlerini okumaya, matematikle ilgilenmeye başladı ama bu okumalar da yetmez oldu çünkü o gerçekleşemeyeceğini bilse de dağlara çıkmak, kızlarla dans etmek istiyordu.

Bir gün bir şey oldu. Bir patlama… Onun için yazmaya gelen Francis’i odadan kovdu, sol ayağının ilk iki parmağının arasına koyduğu kalemle yazmaya başladı. Yazdı, yazdı, yazdı… Doktor Collins’in koyduğu o büyük yasağı delmişti. Bedeninin diğer uzuvlarını da kullanabilmeyi öğrenmesi için sol ayağın o iki parmağını unutması gerekiyordu ama olmadı. Onlar sayesinde kendi deyimiyle özgürce konuşabiliyor, yaşayabiliyor ve yaratabiliyordu.

Christy’nin yaşamındaki en büyük şans, ona inanan insanlardı. Önce annesi ve ailedeki diğer bireyler, sonra da doktorları. Bir gün Doktor Collins, bir konserden bahsetti. Bu konserin bitiminde beyin felci ile ilgili bir konuşma yapacaktı ama o, sıradan bilgilendirici bir konuşma yapmak yerine Christy’nin yazmaya başladığı özyaşamöyküsünün ilk bölümlerini orada, tüm davetlilere okumak istiyordu: Sol ayağıyla yazdığı, annesi ve A harfi ile ilgili bölümleri.

Konserin verileceği balo salonu tıklım tıklım doluydu. Söylenilen şarkıların ardından Doktor Collins’in okuduğu metni tüm konuklar gibi pürdikkat dinlerken Christy de bir süre sonra artık telgraf teli gibi gergin değildi; kucağında kıvrılıp duran ellerini unutmuş, çarpık ağzını unutmuş, sallanan kafasını unutmuştu.

Doktor, metnin son cümlesini de okuyunca salonda çılgınca bir alkış koptu. Ön sıralarda oturan Christy’nin yanında annesi ve babası, arkalarda kardeşleri vardı. Alkışlar bitmiyordu. Bir hanımın getirdiği kırmızı gül buketi, Doktor Colins tarafından Christy’nin annesine, beyin felçli oğluna inanmayı, ona destek olmayı bir gün bile bırakmayan annesine sunuldu.

Yaşama çok gerilerde başlayan Christy’nin böyle bir aileye doğması en büyük şansıydı. Onu çaresizlik sarmalının dışına çeken ailesi ve gücünü keşfettiren tüm sevenleri. Resimlerindeki renkler ve şekiller, kitaplarındaki sözcükler; beyin felci ile doğan bir çocuğun bir sanatçı oluşunun kanıtıydı.

Bu romanı okuyan okurlar, Christy özelinden yola çıkarak “engelli” diye nitelendirilen bireylere daha başka bir gözle bakmaya başladılar. Nereden mi biliyorum? Öğretmenliğimin yaklaşık son on yılında, bine yakın öğrencim Sol Ayağım’ı okudu, okurken çok etkilendi. Christy Brown’u tanımak, yaşamı farklı bir pencereden tanımaktı.

Okunması, okutulması gereken bir roman “Sol Ayağım”.

Christy Brown’u, roman satırları dışında da tanımak isterseniz www.christybrown.info’yu ziyaret etmenizi yürekten öneririm.

Kaynakça

Brown, Christy (2009) Sol Ayağım, çev. Kahraman Filiz, İstanbul: Memis Kitap.

(Çevrimiçi) https://www.christybrown.info/page20/index.html , 20.01.2025.

(Çevrimiçi) https://www.penguin.co.uk/books/415701/christy-brown-by-georgina-louise-hambleton/9781780573342 , 20.01.2025.

Bu yazıyı paylaşın
error: İçerik koruma altındadır!!
Scroll to Top