‘‘Bir Gün Kaçmak Zorunda Kaldık’’: Çocuk Edebiyatında Göçmen Kimliğinin Gelişimi ve Eğitimdeki Rolü

Julia Hope

Özet

Son yirmi yılda mülteci yaşamının çeşitli yönleri hakkında hatrı sayılır sayıda kitap yazılmıştır. Önceden yazarlar bu hassas konuya çoğunlukla tarihsel bir bakış açısıyla yaklaşma eğilimindeydiler. Ancak İngiliz okullarındaki mülteci öğrencilerin artması güncel çatışmaları ele alan kitapların artmasını da beraberinde getirmiştir. Peki çocuklar bu büyümekte olan bu edebi dalı nasıl görüyorlar? Kısa bir etnografik çalışma, çocuk kitaplarında mülteci kimliklerin oluşturulmasında otobiyografi ve kişisel yaşam öykülerinin önemini sorgulamaya girişmekte; makale bu metinlerin doğrulayıcı yönünü ve sınıflarımızdaki eğitim araçları olarak rollerini tartışmaktadır. “Bir gün kaçmak zorunda kaldık” diyenlerin durumlarına dikkat çekmek için bu hikâye aracılığıyla mevcut müfredat içindeki potansiyel alanları göz önünde bulundurarak yazımı sonlandırıyorum. (Wilkes, One Day We Had to Run! London: Evans Bros Ltd., 1994).

Anahtar Kelimeler Mülteci- Kimlik – Mülteci yaşamı- Sığınmacı- Otobiyografi- Kişisel yaşam öyküleri- Göç- Değer verme – Empati

Giriş

Ian Serrailer tarafından yazılan The Silver Sword (1956) ilk yayımlandığında mevcut çocuk edebiyatı kanonunda pek hoş karşılanmamıştır. 1957’de bir televizyon dizisine uyarlanmasıyla “birçok insan BBC Children’s[1] yöneticilerine savaşın çocuklar için uygun bir konu olmadığını –insanlık tarihinin bu korkunç kısmını onlara göstermenin doğru olmadığını- söyleyen mektuplar yazmıştır.” (Jane Serraillier Grossfeld, 1993, ss. 192)

The Silver Sword”un, aslında mülteci deneyiminin ana tema olarak işlendiği İngilizce yazılmış popüler ilk çocuk kitabı olduğu iddia edilebilir. Son 50 yılda zorunlu göç de dahil olmak üzere gençlere ağır geleceği düşünülen konuların küçük yaştaki okurlar için uygunluğuna ilişkin tutumda bir değişiklik yaşanmıştır, hatta bugün sığınmacı çocukların yaşam hikayeleri yazarlar arasında giderek yaygınlaşan bir ana tema haline gelmiştir. Bu bilgiler ele alındığında, mülteci kimliği nasıl oluşturulmuştur ve de çocuk edebiyatında nasıl bir amaca hizmet eder? Eğitimciler bu gelişmekte olan dalı nasıl daha etkili bir sonuç almak için kullanabilir?

Savaşı ve özellikle de Yahudi soykırımını ele alan çocuk edebiyatı ürünleri hakkında çok şey yazıldı. Ancak, günümüzde kendi başına bir edebi dal haline gelen çocuk edebiyatındaki mülteci deneyimini tasvir eden ürünleri ise araştıran çok azdır. Bu kitapların tüm yaş gruplarına yönelik olarak hızla artış göstermesi ayrıntılı bir şekilde belgelenmemiş olsa da bu kitaplardan vatandaşlık, hoşgörü, saygı, uyum ve korkunç koşullar karşısında insan ruhunun dayanıklılığı ile ilgili etkileyici mesajlar elde edilmektedir.

1950’lerden bu yana, İngilizce olarak yazılmış veya çevrilmiş, İngiltere piyasasında bulunan birçok Bosna, Somali, Nijerya, İran, Irak, Afganistan ve Vietnam gibi uzak coğrafyalarda geçen mülteci deneyimlerini keşfeden ve giderek daha genç bir okuyucu kitlesine yönelen çocuk kitapları tespit edilebilmektedir. (Hope, 2007) Beklenildiği üzere bu kitaplar, son yıllarda batı ülkelerinde yaşanan göç dalgalarına dair yansımalar içermektedir. Küreselleşme, çatışmaların ve göç olanaklarının artması birçok insanın başka ülkelerde sığınma talep etmesine neden olmaktadır. 2007 yılı itibariyle dünya çapında 14.000.000 kadar mülteci bulunmaktadır (USCRI, 2007) ve çocuk edebiyatında bu yeni gelişen dal bu gerçeği yansıtmaktadır.

Çocuklar için Mülteci Hikayeler: Gelişmekte Olan bir Edebiyat Dalı

The Silver Sword bize mülteci deneyimini hayali bir macera hikayesi formunda sunuyor: Çocuklar kaçmak için sınırları geçiyor, binlerce kilometreyi zorlu koşullar altında kat ediyor ve en sonunda aileleri ile kavuşuyorlar. Şu anki çekiciliği tartışılsa da okullarda 50 yıl boyunca derslerde ödev olarak okutulmayı sürdürmesi konunun etkileyici doğasının bir kanıtıdır.

Bununla birlikte gençlerin bir yetişkin desteği olmadan sırt sırta vererek kendi kaderlerinin kontrolünü ele almaları fikri çocuklar arasında hala ilgi çeken bir konu, dramatik gerilim ve canlı imgelerle dolu olması ile muhtemelen günümüz standartlarına “mültecilerin kederlerini, zamanın edebi sınırlarından süzerek, okuyucuların karşısına koyması” ile uydurulabiliyor. (Agnew and Fox, 2001, ss. 172).

1960’lar ve 1970’ler mülteci durumunu işleyen iki ufuk açıcı kitabın yayınlanmasına tanık oldu: İlk olarak 1963’te Danca yayımlanan Anne Holm tarafından kaleme alınan I am David (1965) ve ünlü Mog serisinin yaratıcısı Judith Kerr’den “Hitler Oyuncağımı Çaldı” (When Hitler Stole Pink Rabbit 1971). Uzun metrajlı bir filme dönüştürülen ve etkileyici bir kurgu eseri olan I am David kasten gizemli ve anlaşılmazdır. Siyasi ve tarihi konumu, Soğuk Savaş’ta geçmesi ve o zamanki Komünist rejim (Jill Marshall, tarihsiz) altındaki Bulgaristan’da bulunan bir çalışma kampından kaçan bir çocuğu ele alması bakımından benzersizdir. Bu anlatılanların hiçbiri sansürsüz değildir ve çocuklar için bir macera hikayesinden ibarettir bu anlatılar aynı zamanda hayatının büyük bir bölümünde hapsedilmiş bir çocuğun psişik dünyasını ele alır, normal hayatı anlamlandırmak ve yolculuğunda karşılaştığı insanlarla etkileşime girme mücadelesini işler. “Hitler Oyuncağımı Çaldı” ise yazarın Nazi Almanyasından kaçma ve İsviçre, Fransa ve ardından da İngiltere’ye kaçmasını anlatıyor. Gillian Lathe’in (1999, ss. 51) belirttiği gibi, “Kerr kendini yeni bir dilde ifade edememenin getirdiği hayal kırıklığını hissederek yazıyor.”

Yine II. Dünya Savaşı sırasında Yahudi mültecilerin Nazi Almanya’sından kaçma teması ilki Danimarka ikincisi de İspanya’da geçen; Louis Lowry’nin “Yıldızları Saymak” (Number the Stars 1989) ve Michael Muurpurgo’nun Waiting for Anya (1990) kitaplarına da konu oluyor. İsveç’e (Lowry) ve İspanya’ya (Morpurgo) kaçanlara yönelik genel nüfusun desteği, dramatik ve ilgi çekici bir konu oluşturuyor ancak mülteci deneyimi, sınıflarımızdaki günümüz çocukları tarafından hala yaşanan bir gerçeklikten ziyade geçmişe ait bir durum olarak görülüyor.

Son olarak 1990’larda İngiltere’ye göç eden mültecilerin sayındaki artışla orantılı şekilde konuyla ilgili kitapların sayısı artıyor ve ilk olarak Elizabeth Laird’in, Kürt bir kız ve ailesinin hikayesini anlattığı Kiss the Dust (1991) ile konu alanı güncel çatışmaları kapsayacak şekilde genişledi.

1990’lar bu konuda neredeyse yirmi kitaba tanıklık etti ve milenyumdan bu yana bu yeni ortaya çıkmış edebiyat dalının dramatik bir şekilde yayıldığını görmüş olduk.

Yeni Kitaplar, Güncel Temalar

Mültecileri konu alan birçok çocuk kitabı, belki de deneyimi uzaklaştırmak amacıyla tarihsel bir bağlamda kaçış deneyimine odaklansa da dikkat edilmesi gereken, ilginç olan bu konudaki son literatürün artık mevcut çatışmalardan ve modern yaşam deneyimlerinden doğan güncel temalara yönelmesidir. Bu durum, mültecilerin olağanüstü koşullarda sıradan insanlar olarak görülmesi yönündeki çağdaş görüş ile örtüşmektedir (Rutter, 1991, ss. 4). Mülteci dramıyla ilgili çocuk edebiyatı, tarihsel ve coğrafi birçok farklı durumu ve yeri vurgulayabilir, bireysel olayların iç yüzünü anlatabilir, mülteci deneyiminin istenen kısımlarını seçip alabilir veya bütünüyle ele almaya çalışabilir. Böylelikle, çeşitli deneyimler hakkında bilgi yaymak, aksi takdirde genelleme, homojenlik ve kalıplaşmaya yönelen şeylere derinlik ve anlayış katmak için mükemmel bir araçtır (Rutter, 2006, ss. 5).

Agnew ve Fox’un belirttiği gibi:

Yirminci yüzyılın sonlarında ortaya çıkan çocuk romanları ana karakterlerini kutsal veya kahraman vari figürler olarak değil daha çok korkunç olaylara yakalanmış sıradan insanlar olarak sunuyor… Bütün bunların yanı sıra bu karakterler eski romanlardaki abartılı kahramanlıkların aksine sıradan insanların içsel gücünü, yaratıcılığını ve kararlılığını sergilemektedir (2001, ss.56).

Artık, dünyanın birçok yanından çatışmalarla ilgilenen, mülteci çocukları daha modern bir şekilde resmeden kitaplarımız var. Bazıları eski Yugoslavya’yı, (örn: Zlata Flipoviç’ten “Zlatanın Günlüğü” (Zlata’s Diary 1994) ve Christobel Matingley’den No Gun for Asmir (1993)). Bazıları Afganistan’da Taliban’dan kaçan çocukları, (örn: Deborah Ellis’ten The Breadwinner’s Daughter üçlemesi (2001-2004) Morris Gleitzman’dan Boy Overboard (2003) ve Latifa’dan “Çalınan Yüz” (My Forbiden Face 2002). Diğerleri daha çok mülteci çocuklar bu ülkeye geldiğinde başlarına gelenlere odaklanıyor, örneğin Gaye Hiçyılmaz tarafından yazılan The Girl in Red (2000). Bir başka açı ise mültecilerin İngiltere’de karşılaştıklarıyla başa çıkmak için kaçış deneyimlerini kullanarak anavatanlarından geçişlerini irdelemektedir. Beverley Naidoo’nun ünlü The Other Side of Truth (2000) ve devamı olan Web of Lies (2004) ve Elizabeth Laird’in daha önce bahsettiğimiz, bir Kürt kızını Irak’taki zengin hayatından dağlara, İran’a ve oradan da İngiltere’ye kadar takip eden Kiss the Dust (1991) filmlerinin konuları bunlardır. Takip eden bazı eserler, Alan Gibbons’ın A Fight to Belong (1999) ve Benjamin Zephaniah’ın Refugee Boy (2001) gibi sınır dışı edilmeyle mücadele kampanyalarına odaklandı. Son olarak, Mary Hoffman ve Littlewood’un The Colour of Home (2002) ve Pratima Mitchell’in Petar’s Song (2004) gibi mülteci deneyimini ele alan daha genç okurlar için resimli kitaplar da piyasaya sürülmüştür.

Mülteci Deneyimini Anlamak

Mülteci çocukların, “kaybın, travmanın ve değişimin doruk noktası”nı (Rutter, 1994, ss. 89) deneyimlediği söylenebilir. Mülteciler, istikrar ve güvenlikten yoksundur ve çoğunlukla olduğu gibi ülkelerinden aceleyle ayrılmışlarsa misafir ülkeye geldiklerinde kendilerini yabancı ve şaşkın hissedebilirler. Aradaki dil engelleri nedeniyle başkalarıyla tatmin edici bir şekilde iletişime geçmekte zorlanırlar ve buraya gelmeden önceki yaşamları İngilizler tarafından bilinmez ve anlaşılamaz. Bu durum hem yaşlı hem genç mültecilerin yalnız ve arkadaşsız kalmalarına yol açabilir. Yine de mülteci durumunun “travmatize edilmesi” araştırmaları öyle bir domine edilmiştir ki… bütün mülteci çocukların deneyimi aynıdır noktasına varan kesinlikle kırılması gereken bir argümana yol açar. (Rutter, 2006, ss. 5)

Bununla birlikte, daha fazla mültecinin ortaya çıkmasıyla etnik ve dini bağlılığın güçlendirilmesini içeren yeni melez kimlikler gelişmektedir. Örneğin, Bosna’daki savaştan sonra hayatta kalanlar tarafından kolektif bir hafıza oluşturmak için bir mülteci anlatısı inşa edildi. (Asikainen, 1997). Bunun amacı; deneyimleri paylaşmak, sürgünde bir birliktelik duygusu yaratmak ve mülteci olarak yeni bir kimliğin geliştirilmesine yardımcı olmaktı. Bu genellikle kendini tanıma ve hayatta kalma için gereklidir. (Dobson, 2004).
Ayrıca, Medical Foundation for the Care of Victims of Torture* tarafından yapılan araştırmada (Melzak ve Warner, 1992), İsveç’teki Eritreli mülteci çocuklarla yapılan görüşmelere dayanarak çocukların mülteci deneyimlerini sorgulayan ve bunları sınıf müfredatına dahil eden öğretmenlere minnettar oldukları ortaya çıktı. Mülteci çocukların arkadaş edinmede yaşadıkları zorluklarda ve genellikle onlara, onların deneyimlerine karşı düşmanca hatta bazen kayıtsız kalan okul ortamlarına entegre olma mücadelelerinde yalnız olmadıklarını bilmeleri gerekir.

Bill Bolloten ve Tim Spafford’un (1998, ss. 109) belirttikleri gibi, “Mülteci olmanın ne demek olduğu hakkında farkındalık yaratmak… mülteci çocukların ihtiyaçlarını anlamada hayati önem taşıyan bir adımdır.” Bu tür bir farkındalık hem mülteci çocukların öğretmenleri hem de genellikle sahiplenici bir rol oynamaya teşvik edilen ve arkadaşlıkları mülteci çocukların okula ve yerel topluluğa kabulünde büyük bir rol oynayacak olan sınıf arkadaşları için önemlidir. Rainey ve Campbell (1997), mültecilerle herhangi bir sosyal teması olmayan gençlerin ve genç yetişkinlerin mültecilere karşı yüzeysel bir sempati sergilediklerini ancak asla yeteri kadar benimseyemedikleri mültecilerin geçmişlerinin ve günümüzdeki durumlarının başka bir dünyaya ait olarak gördüklerini tespit etmişlerdir. Gençlere mültecilerin olağanüstü koşullarda sıradan insanlar olduğunun anlatılması için kişisel yaşam hikayelerinin kullanılması önemlidir ve “Forum Tiyatrosu” [2][3] (Day, 2002) ile drama atölyeleri (Watts, 2004) gibi teknikler, genellikle tabloid basınından derlenen mülteci ve sığınmacılara ilişkin yaygın negatif algıya karşı koymada etkili olmuştur. Margaret Meek’in (2001, ss. x) belirttiği gibi, bu tür etkinlikler “çocuk edebiyatının çocukların hem aidiyet (bizden biri olma) hem de farklılaşma (öteki olma) anlayışlarının gelişiminde oynadığı rolü vurgular.”

Birçok yazar, edebiyatın kendimizin ve başkalarının yaşamlarına dair içgörüler sunmadaki ikili rolüne değinmiştir (Cullingford, 1998, ss. 205). Okuyucuların dünyadaki yerlerini görmeleri için kitaplarda temsil edildiklerini okumaları gerekir (Bishop, 1992). Ancak aynı şekilde, kitaplar aracılığıyla bizimkinden farklı coğrafi ve tarihi yerleri ziyaret edebiliriz (Lathey, 2001, ss. 9) ve bu, kendi kültürel kimliğimizi netleştirmenin yanı sıra hoşgörü ve anlayışı da geliştirebilir. (Britton, 1993, ss. viii). Çocuk öykülerinin eğitici etkisi, hayal gücünü geliştirerek insanlığın ortak bilincinin anlaşılmasını artırmak olarak göz önüne alınabilir. Yine de ne kadar teşvik edilirse edilsin empati bir anda elde edilen bir şey değildir, ölçülebilir de değildir ancak bu empatinin yine de eğitim sürecinin hayati bir parçası olduğu gerçeğini değiştirmez.

Otobiyografinin Rolü

II. Dünya Savaşı’nı ele alan çocuk edebiyatı genellikle otobiyografik bir havaya sahiptir. Carol Fox’un (2001, ss. 45) dediği gibi “savaştan sonra savaş hakkında yazanlar, gerçek olaylara bakar ve onları orada olmayan nesiller adına hikayeler olarak yorumlarlar.” Günümüzde, gençlerin geçmişten ders alabilmeleri için insanların zulmünü bilmeleri gerektiğine dair güçlü bir inanç vardır.

Bu kitaplarda karşılaştığımız çocukluklar bazen yazarların kendilerinin ya da tanıdıkları insanların çocukluklarıdır.

Hikâyeyi anlatmak da yazarlar için önemli bir olay olabilir çünkü bu esnada kendi geçmişlerinde bir şeyleri de çözerler. Agnew ve Fox’un (2001, ss. 138) belirttiği gibi, “bu bağlamda, anlatıların eşsiz bir yoğunluğu vardır. “Her ne olursa olsun, benlik hakkındaki tüm düşüncelerin katartik olduğu ve bu şekilde otobiyografik eylemde hepimizin duyması için yankılanan bir evrensellik olduğu inanışı mevcuttur. Harold Rosen’in ifade ettiği gibi:

Hepimiz birbirimize belki de çocukluğumuza ait kısa anılar veya bir şekilde önemli olabilecek başka türden kişisel deneyimlerin öykülerini sunuyoruz, (Rosen, 1998, ss. 1)

Rosen, kişisel kimlik bilmecesinin modern toplumun akışkanlığıyla ayrılmaz bir şekilde bağlantılı olduğunu ve bunun özellikle göçmenler söz konusu olduğunda geçerliliğini koruduğunu savunuyor. Bireyler ülkelerinin sınırlarını aştıklarında geçmişleri geride kalır ve bu nedenle otobiyografi mültecilerin hatırlamalarına ve benlik kavramlarını tazelemelerine yardımcı olmanın bir yoludur. Anılar, bizi kim olduğumuzla ilgili her türlü kafa karışıklığından kurtarır. Deneyim travmatik bir hal aldığında, savaş, acı ya da dünyanın dehşetini içeriyorsa, otobiyografi daha önce de tartışıldığı gibi özellikle katartik olabilir. Dahası, otobiyografik yaşanmışlıklar başkalarının da anılarını yeniden inşa etmelerine yardımcı olabileceği için sarmal bir niteliğe sahiptir. Rosen’in (1998, ss. 17) ifade ettiği gibi, “Kişinin geçmişinden bahsetmesi her zaman bir davettir. Başkalarını düşünmeye ve muhtemelen kendileri hakkında konuşmaya teşvik eder. Güvenli bir ortamda hassas bir şekilde yönetilirse sınıf ortamında, mülteci bir çocuk başkalarının kişisel yaşam öykülerini tedavi edici bulabilir.

Çocukların Bakış Açısından Kısa bir Etnografik Çalışma

Margaret Meek‘in (1987, ss. 113) öne sürdüğü gibi, bugünün genç okuyucularının görüşlerini içeren çocuk edebiyatı çalışmalarına ihtiyacımız var. Konu hakkında yazan yetişkinler, kendi deneyimlerinden edindiklerini metne yansıtırlar ve kitabın etkisine ilişkin dar bir görüşe sahip olabilirler. Bu nedenle, “çocukların metinlerin etkisi altında anlam ‘icra ettiklerini’ ve olasılıkları trafiğe çıkarmayı öğrendiklerini görmemiz gerekiyor.” Seçtiğim araştırma yönteminin bunu başarmak için önemli bir yol kat ettiğini düşünmek istiyorum.

İçlerinden ikisi mülteci olan farklı yaşlarda beş çocuk seçtim (aşağıdaki tabloya bakınız). Beşinden de daha önce tartışıldığı gibi mülteci deneyiminin çeşitli yönlerini ele alan bir dizi metin okumalarını istedim ve onlara soracağım soruların ana hatlarını önceden belirttim. Onlar kitapları okuduktan sonra her biriyle sohbet tadında görüşmeler yaptım. Bu görüşmelerde özellikle iki alanda yanıtlarını araştırdım: Birincisi, mülteci kimliğinin inşasında otobiyografinin ve kişisel yaşam öykülerinin önemi; ikincisi, mülteci metinlerinin mülteci olan veya olmayan çocuklar için hem yaşanmış deneyimlere değer vermesi hem de eğitici araçlar olarak kullanılması.

Tabii ki, bu tür küçük bir çalışma sadece önerisel nitelikte olsa da bu görüşmelerden genel temalar çıkarmak ilginç olabiliyor. Çocuklar bazen beklediğim şeyleri söylerken, bazen de söylemediler, genellikle beni şaşırtacak şeyler fark ettiler. Görüşmenin beklenmedik yönlere doğru gittiği de oldu ve birkaç kez katılımcılar görüşme sırasında düşüncelerini toparlamaya veya geliştirmeye çalışıyor gibi göründüler. B’nin (tabloya bakınız) “Sanırım ben buraya gelmeye çalışan mültecilerin bir klişesini okudum” dediğinde olduğu gibi. Bununla birlikte, bireysel yorumlamalara rağmen, ortak noktalar çok güçlü bir şekilde ortaya çıktı.

Okur Yaş Ülkesi Kitabın Adı Yazarın Adı
A 10 Afganistan Mud City

Boy Overboard

Çalınan Yüz

Deborah Ellis

Morris Gleitzman

Latifa

B 12 İngiltere Hitler Oyuncağımı Çaldı Judith Kerr
C 14 Avusturalya No Gun for Asmir

Zlata’nın Günlüğü

Christobel Mattingley

Zlata Flipovic

D 15 İngiltere The Girl in Red

Kiss the Dust

Gaye Hiçyılmaz

Elizabeth Laird

E 16 Angola The Other Side of Truth Beverly Naidoo

Kişisel Yaşam Öykülerinin Önemi

Okur çocuklardan dördü hikayelere kazandırdığı özgünlük boyutundan otobiyografilerin kurgu eserlere olan üstünlüğüne değindi. A için çalınan yüz diğer iki metne nazaran daha yoğun duygular uyandırdı. Otobiyografinin sadece kitapla özdeşleşmesinden değil aynı zamanda başkalarının gözünde de deneyimi geçerli kılmak için değerli olduğunu belirtti. Kişisel yaşam öyküleri, deneyimin canlılığını aktarabilmesi açısından B için önemli görüldü. B, “insanların hayatlarını (sadece bir grup insanı da değil bu deneyimlerin onlar için nasıl olduğunu) ön sıradan izlediğini hissetti.” C ise Zlata’nın birinci ağızdan anlatılan dehşet verici deneyimini okurken “birinci tekil şahıs” kurgusu yerine otobiyografiyi tercih ettiğini açıkça ifade etti. Bu da 11 yaşında bir kız çocuğu tarafından yazılan bu kitabın gücü ve gerçekliğinin kısmen ayrıntılarında yattığını gösteriyor.

Bu üç okurun aksine D, kurgu metinlerin bu tür deneyimlerin iyi araştırılmış, hassas ve konunun hakkını verecek kadar duygusal yoğunlukta yazılmış olması halinde konuyu başarılı aktarabileceğini düşündü. Benzer şekilde A da metinlerin değerli olması için otobiyografik olması gerekmediğini ancak mümkün olduğunca ilk elden deneyime yakın olmaları gerektiğini düşünmüştü. Deborah Ellis’in Afgan olmamasına rağmen kitabını çok iyi araştırdığını ve gerçekçi olduğunu düşünürken A, Morris Gleitzman’a bu noktalarda eksik olduğunu düşünerek Ellis’e bulunduğu övgüde bulunmadı. Nikki Gamble’ın (2001, ss. 86) belirttiği gibi, “[Gleitzman’ın] çocukların ilgisini çekme yollarından biri mizah, abartı ve absürd durumları kullanarak kahkahaya teşvik etmesidir” fakat bu genç okuyucu Gleitzman formülünün konuyla iyi bir şekilde birleşmediğini hissetti.

Gleitzman’ın karakterizasyonunu mantıksız ve aşağılayıcı bulmuş ve bunun yanında Afgan çocukların ebeveynlerine gösterdikleri saygıyı ve evde üstlenmeleri beklenen iş miktarını yeterince yansıtmadığını düşünmüştü. Ayrıca ”Afganistan’daki çocuklar dünya hakkında çok şey biliyorlar” diyerek ana karakterlerin cehaletinin gerçeği yansıtmadığını düşündüğünü belirtti.

Yaşanan Deneyime Önem Vermek

Araştırmam çerçevesinde kendileri de mülteci olan kişilerin bu literatür ile ilgilerini de incelemek istedim. A okuru, Afganistan ile ilgili kitap okumak memnun etti ve özellikle de otobiyografi metninde kendi durumu ile benzerlikleri fark etti. Kendisi insanların yaşadıkları tecrübelere verilmesi gereken önemi vurguladı: “Eğer bu gizli saklı kalsaydı, onlar (mülteciler) kendilerini yalnız hissediyor ve başkaları tarafından anlaşılmadıklarını düşünüyor olacaklardı.” E okuru için okuduğu kitap ona başka bir yerde yaşanan hikayesini tanımasını sağladı ve kendisini rahatlattı. Kendisinin ağzımdan, “anıları tekrar hatırlamak da yararlıdır, zor değil benim için.” Rosen’in ihtimal verdiği gibi öncekinden daha çok detayları hatırlamaya, hikayesini paylaşmaya teşvik etti. E okuru bana Angola’daki son günü hakkındaki detayları, babasını, en çok özlediği ve daha da hiç görmediği kişiyi anlattı. Dokunaklı bir andı.

Eğitici Araçlar Olarak Metinler

Okurların beşinin de bu metinlerin başkalarının mülteci durumunu anlamasına yardımcı olmak için kullanımı ve işlevi hakkında fikirleri vardı. A kendisi de bir mülteci olarak, mülteci olmanın okulda “dalga konusu” olabileceğinden bahsetti. Okumanın bakış açılarını değiştirmesine olan inancı kesin ve okulun konu ile ilgili ortak fikrinin ise kritik olduğunu düşünüyor. B okuru tarihsel bakış acısının mülteci genellemesine meydan okumada potansiyel olarak faydalı olduğunu ve sığınmacıların varlıklı olabileceği ve hem yakından hem de uzaktan gelebileceğini not etti. Farklılıkların da lafı geçti: “Hitler Oyuncağımı Çaldı”nın B okurundaki izlenimine göre günümüzde mülteciler atalarına karşın daha çok engelle karşılaşıyor, ki bu beklenmedik bir gözlemdi. C’nin okulunda, mültecilere yönelik muamelede muhtemelen bir etken olduğunu düşündüğü açık bir kucaklama yoktu ancak o da bu tutumun oluşumunda yetiştirilme tarzının rolüne işaret etti. C, Rutter (2006) tarafından da vurgulandığı üzere, tüm mülteci deneyimlerinin aynı olmadığına ve kaçış nedenlerinin geniş bir yelpazede ele alınmasının en iyi yolunun çeşitli metinler olduğuna dikkat çekmişti. E kendi ülkelerini terk etmek zorunda kalmamış olanlar için bu gibi kitapların çok önemli bir rol oynadığını düşünmektedir bu sayede çocuklar gerçeğin diğer yüzünü görebilirler. Kendisinin de belirttiği gibi, bu şekilde ırkçılık bariyerlerinin yıkılmasına yardımcı olacaklar ve diğer insanların hikayelerini daha iyi anlayabileceklerdi.

D ülke ve geçmiş hakkında bilgi vermenin ve harita kullanmanın, coğrafi sürgün ve kaçış konularını ele alan kitaplara bir önsöz olarak faydalı olacağını düşündü. Ona göre, mültecileri asıl vatanlarında tasvir eden ve ayrılma nedenlerini açık bir şekilde açıklayan edebiyat ilgi çekiciydi.

Bu metinler, arkadaşlarının hikayelerini aydınlatmaya, hoşgörü ve anlayışı geliştirmeye hizmet edebilirdi. Yine, mültecilerin ekonomik durumu şaşırtıcı olabileceğinden, fakir mülteci klişesine kaliteli edebiyat yoluyla meydan okunabileceğini düşünmüştür.

Müfredatta Mülteci Hikayeleri

Peki, mültecilerle ilgili çocuk kitaplarının klişelere meydan okumak ve ırkçılığa karşı koymak için bir öğretim aracı olarak önemi nedir? Konuyla ilgili bir çalışmada, ünlü çocuk yazarı Beverley Naidoo (1992), ırkçılığı güçlü bir şekilde suçlayan bakış açılarına sahip edebiyat eserlerini okuyan beyaz gençlerden oluşan bir sınıfla bir yıl geçirmiştir. Bir yıl boyunca bu gençlerin tutumlarındaki değişiklikleri araştırmak istemiştir. Sara Goodman Zimet (1976) edebiyatın önyargılarla mücadelede sınırlı bir etkiye sahip olduğunu ve insanların kitapları kendi görüşlerini pekiştirecek bir şekilde okuduklarını öne sürmüştür. Ancak Naidoo, yıl boyunca kitaplarla olan çalışmaların, çocukları “farklılık”lara alıştırdığını söylemektedir. Ayrıca Naidoo öğrenme deneyiminin etkilerinin bir süre sonrasına kadar belirgin olmayabileceğini de düşünmektedir. Bir yazar olarak hayal gücünün etkisi Naidoo (1992, ss. 17) tarafından şiddetle hissedilmektedir:

Okuyucularımı bir hikayenin içine çekerek, en azından mental açıdan, adaletsizliğe meydan okumalarına ve sorular sormalarına sebep olacak anlatılara ve yolculuklara çıkarmayı umuyorum.

Dolayısıyla, kendisi öncelikle ırkçılıkla ilgilenmesine rağmen, bulgularının okulda mülteci hikayelerinin incelenmesi için de etkileri var gibi görünmektedir.

İngilizce dersleri, mülteci deneyimiyle ilgili çocuk edebiyatının tanıtılması için bariz bir araçtır ve Sadia Habib (2008), İngilizce öğretiminin politik bir faaliyete dönüşebileceği ortaöğretim sınıfları için Refugee Boy (Zephaniah, 2001) gibi güncel konularla ilgili kitapların derslerde ödev olarak okutulmasının önemini tartışmaktadır. Ancak türün ait olduğu bir başka alan da Vatandaşlık ve PSHE[4] müfredatıdır. Alandaki bazı profesyoneller bunu zaten bir niş olarak tanımlamışlardır. Örneğin, A Welcome Experience (Herbert, tarihsiz), mülteci durumunu ana akım sınıflardaki tüm çocuklara vurgulamak amacıyla göç temasıyla ilgili bir dizi çocuk kitabı kullanmaktadır. Amaçları açıktır: mülteci deneyimini herkesin paylaşabileceği ortak duygularla ilişkilendirmek ve çocuklara değişimin olumlu olabileceğine dair güven vermek, böylece özellikle mülteci çocukların kendi tepkilerini fark edebilmelerini ve bunlarla başa çıkabilmelerini sağlamak. Bu şekilde bu tür metinler, tüm çocukların duygusal refahını desteklemeye odaklanan İngiltere Hükümeti’nin “Her Çocuk Önemlidir” gündemini desteklemektedir.

Bu tür edebiyatın potansiyelini sorgulamak için başka fırsatlar da olduğu açıktır. Drama, empati gibi duyguların en fazla açığa çıkarılabileceği bir klasik sanat alanıdır ve Laura Day (2002) ve Michael Watts’ın (2004) çalışmaları, mülteci sorunlarıyla drama aracılığıyla yüzleşmenin güçlü yanlarını ve sınırlarını göstermektedir. Sanat ve müzik gibi diğer ders dalları da bu çalışma için potansiyel alanlar sunmakta ve yaratıcı ifade için bir uyarıcı olarak kullanmaktadır.

Tarih ve coğrafya ile konunun bağlantıları da açıktır, ancak Mülteci Haftası gibi tüm okulu kapsayan girişimler de bu kitapların muazzam eğitici potansiyelinden faydalanabilir ve çocuklar için maksimum etkiye sahip bir tartışma ortamı yaratabilir.

Sonuç

Bolloten ve Spafford’un (1998, ss.123) belirttiği gibi ‘‘Çocukların birbirlerinin deneyimleriyle kurdukları bağlar ne kadar artarsa, okullardaki mülteci çocukların varlığı da bir o kadar normal hale gelecektir.’’ Görünüşe göre mülteci deneyimi hakkındaki çocuk edebiyatı pek çok çocuğun nispeten kısa yaşamlarında baş etmek zorunda kaldıkları hikayeleri, duyguları ve korkuları paylaşmak ve aynı zamanda basmakalıp yargıları ve medya mitlerini de ifşa etmek için ideal bağlamdır. Ancak bu kitapların birçoğu kenarda kalmış, genellikle sadece önceden ilgi duyan bir kitleye yöneliktir. Çok azı çocuk edebiyatının ana akımına girmeyi başarabilmiştir. Mülteci deneyiminin bu şekilde marjinalleştirilmesinin üstesinden gelmek ister ebeveyn, ister öğretmen, ister kütüphaneci, ister yazar ya da yayıncı olsun, tüm eğitimciler için zorlu bir görevdir.

Açık olan şu ki, okullar mülteci durumunu karşılama, özümseme ve normalleştirme potansiyeline sahiptir. Önyargılara meydan okumak zor ama gereklidir. Mülteciler İngilizce’de daha yetkin hale geldikçe, daha fazla eğitim ve beceriye sahip oldukça bize onların özgün sesini veren daha fazla otobiyografik anlatımla karşılaşmamız kaçınılmazdır. Gördüğümüz gibi, anlatı biçimine dönüştürülmüş ilk elden yaşam öyküleri en uygun araçtır ve bu öyküleri paylaşmak eğitim sürecinin önemli bir parçasıdır. Hatta çevremizdeki çocuklardan gelen daha kişisel hikayelerin paylaşılmasına bile yol açabilir. Chris Kearney’in belirttiği gibi (2003, ss. 8), ‘‘Dünya bir sınıfın içindedir ancak diyaloglara girersek ve insanların deneyimlerini keşfedersek yeni kültürel ağlara dönüştürülebilir.’’ Ben, bu makalede, “Bir gün kaçmak zorunda kaldık!” (Wilkes, 1994) demek zorunda kalanların çoğu için bunun nasıl yapılabileceğini gösterdim.

Kaynakça

Agnew, Kate and Fox, Geoff. (2001). Children at War. London: Continuum

Asikainen, Eija. (1997). Refugee Stories: Constructing a Bosnian Girl’s Identity in Exile—A Case Study. Refuge, 16, 35–38.

Bishop, Rudine S. (1992). Multicultural Literature for Children: Making Informed Choices. In Violet J. Harris (Ed.), Teaching Multicultural Literature in Grades K-8. MA: Christopher Gordon Publishers.

Bolloten, Bill and Spafford, Tim. (1998). Supporting Refugee Children in East London Primary Schools. In Jill Rutter and Crispin Jones (Eds.), Refugee Education: Mapping the Field. Staffordshire: Trentham.

Britton, James. (1993). Literature In Its Place. London: Cassell.

Cullingford, Cedric. (1998). Children’s Literature and its Effects. London: Cassell.

Day, Laura. (2002). ‘Putting Yourself in Other People’s Shoes’: The Use of Forum Theatre to Explore Refugee and Homeless Issues in Schools. Journal of Moral Education, 31, 21–34.

Dobson, Stephen. (2004). Cultures of Exile and the Experience of Refugeeness. Bern: Peter Lang

Ellis, Deborah. (2001). The Breadwinner. Oxford: Oxford University Press.

Ellis, Deborah. (2002). Parvana’s Journey. Oxford: Oxford University Press.

Ellis, Deborah. (2004). Mud City. Oxford: Oxford University Press.

Filipovic´, Zlata. (1994). Zlata’s Diary. London: Viking.

Fox, Carol. (2001). Conflicting Fiction: National Identity in English Children’s Literature about War. In Margaret Meek (Ed.), Children’s Literature and National Identity. Trentham Books: Staffordshire. Gamble, Nikki. (2001). Morris Gleitzman. In Nicholas Tucker and Nikki Gamble (Eds.), Family Fictions. London: Continuum.

Gibbons, Alan. (1999). A Fight to Belong. London: Save the Children.

Gleitzman, Morris. (2003). Boy Overboard. London: Penguin Books.

Grossfeld, Jane Serraillier. (1993). Afterword. In Ian Serraillier (Ed.), The Silver Sword. London: Penguin Books.

Habib, Sadia. (2008). Refugee Boy: The Social and Emotional Impact of the Shared Experience of a Contemporary Class Novel. Changing English, 15, 41–52.

Herbert, Carolyn. (undated). A Welcome Experience: A PSHE and Citizenship Programme of Work for Key Stages 1 & 2. London: Westminster Education.

Hic¸yilmaz, Gaye. (2000). The Girl in Red. London: Orion.

Hoffman, Mary and Littlewood, Karin. (2002). The Colour of Home. London: Frances Lincoln Ltd.

Holm, Anne. (1965). I Am David. London: Methuen.

Hope, Julia. (2007). Flightlines: Exploring Early Readers for Children about the Refugee Experience. Forum, 49, 289–297.

Kearney, Chris. (2003). The Monkey’s Mask: Identity, Memory, Narrative and Voice. Staffordshire: Trentham Books.

Kerr, Judith. (1971). When Hitler Stole Pink Rabbit. London: Collins.

Laird, Elizabeth. (1991). Kiss the Dust. London: Heinemann.

Lathey, Gillian. (1999). Other Sides of the Story: War in Translated Children’s Fiction. Signal, 88, 48–58. Lathey, Gillian. (2001). The Road from Damascus: Children’s Authors and the Crossing of National Boundaries.

In Margaret Meek (Ed.), Children’s Literature and National Identity. Staffordshire: Trentham Books.

Latifa. (2002). My Forbidden Face. London:

Virago. Lowry, Lois. (1989). Number the Stars. London: HarperCollins.

Marshall, Jill. (undated). Reading Matters. (http://www.readingmatters.co.uk/idea.php?id=8). Accessed 09/06/08

Mattingley, Christobel. (1993). No Gun for Asmir. London: Penguin.

Meek, Margaret. (1987). Symbolic Outlining: The Academic Study of Children’s Literature. Signal, 53, 97-113

Meek, Margaret (Ed.). (2001). Children’s Literature and National Identity. Staffordshire: Trentham Books.

Melzak, Sheila and Warner, Rachel. (1992). Integrating Refugee Children into Schools. London: Medical Foundation/Minority Rights Group.

Mitchell, Pratima. (2004). Petar’s Song. London: Frances Lincoln Ltd. Children’s Literature in Education

Murpurgo, Michael. (1990). Waiting for Anya. London: Heinemann.

Naidoo, Beverley. (1992). Through Whose Eyes? Staffordshire: Trentham Books.

Naidoo, Beverley. (2000). The Other Side of Truth. London: Penguin.

Naidoo, Beverley. (2004). Web of Lies. London: Penguin. Rainey,

Kelly and Campbell, Raofe. (1997). Refugees—From a Small Issue to an Important Cause. Unpublished Report to the Refugee Council, Cited in Jill Rutter, Supporting Refugee Children in 21st Century Britain. Staffordshire: Trentham Books.

Rosen, Harold. (1998). Speaking from Memory: A Guide to Autobiographical Acts and Practices. Staffordshire:

Trentham. Rutter, Jill. (1991). Refugees: We Left Because We Had To. London: Refugee Council.

Rutter, Jill. (1994). Refugee Children in the Classroom. Staffordshire: Trentham Books.

Rutter, Jill. (2006). Refugee Children in the UK. Maidenhead: Open University Press.

Serraillier, Ian. (1956). The Silver Sword. London: Jonathan Cape.

US Committee for Refugees & Immigrants (USCRI). (2007). World Refugee Survey 2007. www.refugees.org

Watts, Michael. (2004). Telling Tales of Torture: Repositioning Young Adults’ Views of Asylum Seekers. Cambridge Journal of Education, 34, 315–329.

Wilkes, Sybella. (1994). One Day We Had to Run! London:

Evans Bros Ltd. Zephaniah, Benjamin. (2001). Refugee Boy. London: Bloomsbury.

Zimet, Sara Goodman. (1976). Print and Prejudice. Sevenoaks: Hodder and Stoughton

İngilizceden Türkçeye Çeviren: Ekin İbil

Çeviri Editörü: Öykü Pirim ve Zeynep Ece Oral

Çeviri Editörü ve Son Okuyucu: Göksenin Abdal

Kaynak Metin: Hope, J. “One Day We Had to Run”: The Development of the Refugee Identity in Children’s Literature and its Function in Education. Children’s Literature in Education, 39, 295–304 (2008). https://doi.org/10.1007/s10583-008-9072-x

  1. İngiliz yayın kanalı BBC’nin çocuklara yönelik içerikler yayınlayan yan kanalıdır.
  2. Freedom from Torture altında İngiltere’de koruma arayan işkence mağdurlarına terapi ve bakım sağlayan, İngiliz tescilli bir yardım kuruluşudur.
  3. Seyirci etkileşimini teşvik eden ve bir sorun veya konuyla başa çıkmak için farklı seçenekleri bulmaya yönelten bir tiyatro türüdür. Forum Tiyatrosu genellikle toplumsal olarak dışlanmış ve güçsüz kalmış gruplar tarafından kullanılır.
  4. İngiltere’de okullarda zorunlu olarak verilen bir derstir. Çocuklar bu derste farklı iş kollarını, sağlık durumlarını ve sosyal konuları işlerler.

Bu yazıyı paylaşın
error: İçerik koruma altındadır!!
Scroll to Top