Miray Aksu
Şehrazat, ebeveynlerini hiç tanımamıştı. Sadece bazı zamanlarda aniden burnuna dolan ballı kurabiye ve süt kokusunda zihni sanki kendisine çok eski bir anıyı anımsatıyor gibi hissediyor ve “sanırım annem de böyle kokuyordu” diye düşünüyordu; zira tarifi imkansız bir yakınlık hissediyordu bu kokuya. Aklı erdiğinden beri yuvası olarak kabul ettiği bu yurda henüz ayını doldurmamış bir bebekken kendisini getiren annesinin ne kadar hasta olduğunu, bebeğine bakacak kimsesi olmadığı için yurda emanet etmekten başka çaresi olmadığını söylediğini ve zavallı kadıncağızın yalnızca bir gün sonra Hakkın rahmetine kavuştuğunu Leyla ablasından öğrenmişti. Leyla’nın kendisine gözyaşları içerisinde anlattığı bu hazin hikaye küçük kızı ümitlendirmişti. “Meğer annem beni seviyormuş, bırakmak istememiş” diye düşünmüştü. Bu düşünce gönül ferahlığı ile içini doldurmuş, geri kalan bütün gününü diğer kardeşleriyle çocuklara özgü bir neşe ile oyunlar oynayarak geçirmişti. Üstü başı ter içinde kaldıktan sonra Leyla ablası anaç ve endişeli bir eda ile kızarak kızın üstünü değiştirmesine yardım ederken Şehrazat, bugün aldığı kararı bildirmişti ona.
-Ben büyüyünce doktor olacağım biliyor musun, annem hastaymış ya onun gibi hasta anneleri iyileştireceğim.
Leyla ablasının yuvarlak yüzünün bu sözleri duyunca aldığı şekli, küçük bedenini kendisine çekip içine sokarcasına sarılmasını ve terli saçlarının arasında gezinen gözyaşlarını dün gibi hatırlıyordu.
Bu konuşmanın üzerinden seneler geçmiş ve Şehrazat bu kararını gerçekleştirip gerçekleştirmediğini öğreneceği o güne ulaşmıştı. İçsel hesaplaşmasını ve anılar selini durdurarak elindeki gazeteyi açması ve listeden üniversite sınav sonucuna bakması gerekiyordu. Kafasında dolaşan tüm bu düşüncelerin aksine işittiği ince bir ses durduruyordu onu. “Ya?” diye fısıldıyordu ona zihnindeki bu ses “Ya bu sefer mutlu olacağın hiçbir şey bulamayacaksan ?”
Genç kız, tüm anılarını, düşüncelerini ve fısıldayan bu sesi bastırmak istercesine kararlılıkla silkindi. Leyla ablasına doktor olma kararını bildirdiği günden bugüne derslerine dört elle sarılmıştı, uyku saatinin gelmesi ve yatakhanedeki tüm ışıkların söndürülmesinin ardından dahi uyuyan kardeşlerini rahatsız etmemek için çarşafının altında fener yardımıyla ders çalışmıştı. Şimdi ise tüm bu emeklerinin karşılığını alma, inşa edeceği hayata ilk adımını atma zamanıydı. Son bir kez tüm gücünü toplamak istercesine derin bir nefes aldı ve uzun süredir elinde tuttuğu gazeteyi açarak listeyi buldu. Tüm o isimlerin içerisinde gözleri kendi ismini arayarak dolandı ve işte oradaydı. İsminin hemen karşısında “…. Üniversitesi Tıp Fakültesi” yazıyordu. İçinde yükselen heyecanla adeta zıplayarak oturduğu banktan kalktı, kaldığı yurt binasına sevinç çığlıkları atarak koşmaya başladı. Tüm kardeşleri merak içerisinde başına toplanmıştı, ancak Şehrazat’ın gözleri özellikle tek bir kişiyi arıyordu zira müjdeyi vereceği ilk kişi şüphesiz ki bu yolda yürüme kararını paylaştığı ilk kişi olmalıydı.
Leyla, yurtta kopan gürültü üzerine hızlıca herkesin toplandığını gördüğü kantine doğru ilerledi. Bugünlerde üniversite sınav sonuçlarının açıklanacağını tahmin ediyordu, bu heyecanlı kalabalığın iyiye mi yoksa kötüye mi işaret olduğunu kestirmeye çalışarak içeri girdi. Diğer kızların oluşturduğu çemberin ortasında bir şeyleri arıyor gibi duran Şehrazat’ın güzel yüzüne, yaşlarla dolu gözlerine, elindeki gazeteye baktı ve,
-Sınav sonuçları mı açıklanmış ? diye sordu korkarcasına.
Koca salonda çıt çıkmıyordu, kızlar da merakla sorunun cevabını duymak istiyorlardı. Şehrazat kalabalığı yararak biricik ablasının yanına vardı. Leyla’nın ona her daim güven veren gözlerine baktı, küçük bir kız gibi sığınırcasına ona sarıldı.
Karanlığın, umutsuzluğun kötü olan her şeyin içime çöreklendiği anlarda bile bir parça dahi mutluluk bulabilmek yetti bana. Her şeyden bir mutluluk çıkartmayı öğretmiştim kendime. Ancak bu sefer sadece mutluluk var ablam, binbir gecenin karanlığı sona eriyor. Şehrazat’ın sonunda sabahın ilk ışıklarını gördü, dedi yavaşça.
Leyla bu müşfik, sanki binlerce gece yaşamış kadar yorgun ve sanki daha az önce dünyaya gelmiş bir bebek gibi sabırsız, yaşlarla dolu gözlere bakarak cevapladı.
-Hiç kimse güneşli günleri senin kadar hak edemez güzel kızım.