Melisa Ayşegül ÇAL
“Eve geri dönmek diye bir şey yok.”
“Şimdi dehşet neredeyse evimiz de orası.”
Dünya anlatılara, anlatılar bireye, bireyin kaderi ise dehşete yazgılı. Kişinin birey olma yolundaki yolculuğu evin terki ile başlamakta ve yaşamına dair iletileri yaratım süreci, tekrar ve tekrar bu yolculuk içerisinde kodlanmaktadır. Yazgının ağlarını başına bir bir ören kahraman, sıra kod açımına geldiğinde; eski benliğinin şaşkınlığını başına geleceklerin korkunç tatlılığı ile harmanlar. Kaos ve kozmos arasına sıkışan bir hayat, tecrübenin kazandırdığı deneyim, eve geri dönüşün bilincini de tamamen alt üst eder. Yaşanan her yılgı, kahramanı diri tutmakla birlikte; anlatacaklarını işitmek üzere dinleyicilerini bekler. Tam bu noktada arkaik çağlardan günümüze bizi birbirimize bağlayan görünmez ipler oluşur. Kulaktan kulağa, çağdan çağa, dilden dile yayılan sözler tüm dünyayı sarar ve her şeyin başladığı yer olan iplerin düğümlendiği yere çıkar: İlk anlatılar olan antropogonik mitlere. Yaradılışın tam özüne!
Bitki mitoslarıyla başlamak gerekirse söze; akla ilk gelen hikayeler Narkissos ya da Daphne etrafında şekillenmekte. Zor durumda kalan kahramanlar, son çarede bir bitkiye evrilmekte ve doğa ana kalbini sonsuz bir kudretle açarak ikisini de özüne dahil etmekte. Uyaklı dizelerin oluşturduğu bu paragraftan da anlaşılacağı üzere; sembiyotik bir yaşam biçiminde her daim insan gözünden acı çekilmekte. Söz konusu transformasyonun öznesi de mütemadiyen bireyin kendisi olarak kabul edilmekte. Peki ya durum, yine bu cümlelerin uyaklı melodisinin bozulması üzerine tersine işlese ve hikâyenin karanlık yüzünde bu kez travmatize olan doğa ananın kendisi olmuş olsa? Tabiat insana karşı durmaya karar verdiği an; tüm anlatılar, dayanak noktaları ve tarafların yer değiştiği an olarak literatürde de bir dönüm noktası şeklinde yerini almakta ve “ekoeleştiri” yi alımlayıcıyla tanıştırmaktadır. Çizgi roman derlemesinin birinci cildinde; bir tesadüf sonucu kendi dönüşümü de bitki- insan melezi şeklinde olan Jason Woodrue (Floronic Man) ‘nin keskin ve vurucu eylemleri, ayrıca buna eşlik eden sözleri ile karşılaşılır: “Hiç haz etmediğim bir şey varsa o da gözleri yaşaran et parçalarıdır.” Dr. Woodrue’nin ileri botanik bilgisi, dünya üzerindeki bitkilerin de kontrolünü sağlamasında büyük rol oynar. Ancak o bir antigonisttir. Gücün yanlış ellerde olduğu zaman vereceği tahribat, geri dönülmez yıkımların da habercisi olabilir. Diğer taraftan doğanın intikamı; insan açısından bir yıkım, tabiat açısından ise bir onarım anlamına gelmekteyse şayet, Dr. Woodrue’nin anti-kahraman tanımlaması da tekrar gözden geçirilmesi gereken- ancak bu yazının konusu olmayan- başka bir konudur.
Freud’un kişilik kuramı baz alındığında, doğanın nefsi müdafaa şeklini Jason Woodrue sembolize etmektedir. Bu da onun “id” temsiline eş değer bir vücut bulma hali olarak karşımıza çıkar. Doğanın umursanmayışı, ikinci plana atılışı, görmezlikten gelinişi, aşağılanışı; ekosantrik (doğa merkezli) bir intikamın da habercisidir. Çocukları için feda edemeyeceği bir şeyi olmayan annenin intikamı, en eski zamanlardan günümüze ulaşmış ve çağdaşlığını hiç yitirmemiş motiflerden biri olarak da karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu ekolojik intikam; hor görülen bir annenin öcü olarak ilk defa 1983 yılında Swamp Thing ile meşru hale gelmiş ve belki de “normal”e ilişkin yapılan ilk tanımlama ilginç bir şekilde burada ortaya çıkmıştır:
Covid- 19 salgını süresince, iki yıldan daha uzun süre evine kapatılan insan, “normal” i Platon’un modern mağaralarından izlemiş ve doğanın kendine ait olanı geri almasına simülasyonlar aracılığıyla tanıklık etmiştir. Normali “deneyim üzerindeki baskılama, inkâr, bölünme, yansıtma, içe atma ve yıkıcı eylemlerin ürünü” olarak tanımlayan R.D. Laing, bu açıklamasıyla tabiatın primitif yanını ve bunun Jason Woodrue ile somutlaştırılmasını açık bir şekilde ifade etmektedir.
Çizgi romanın ekolojik açıdan ele alındığı bu süreç, doğanın kendi mücadelesi gibi görünse de başkahramanı “Swamp Thing” ile de konu, insanın kendi ontolojik mücadelesi üzerinden işlenmektedir. Botanik uzmanı, başarılı bir bilim insanı olan Alec Holland’ın kasıtlı bir şekilde öldürülmesi ve bedeninin bataklık tarafından yeniden diriltilmesi ile artık insan mı yoksa doğanın mı parçası olduğunu algılayamaması, ikinci ciltle beraber artık insan olan yarısının öldüğü kabülünün bir manifestosudur. Swamp Thing, kendi iskeletini bizzat kendisi gömer. Başka bir açıdan bakıldığında bu durum; kişinin birey olma sürecindeki hayatta kalma mücadelesinin metaforik bir anlatımı olarak da değerlendirilebilir. Yaşamda tecrübe edilen şiddetli travmalar, kişiyi sembolik bir ölüme sürükleyebilir. Diğer Dc Comics kahramanları göz önüne alındığında Swamp Thing; parlak bir pelerini ya da kostümü olmayan, her yeri bataklık ve balçıkla örtülü bir karakter olarak karşımıza çıkar. Gelecek vaad eden bir bilim insanından böyle bir varlığa dönüşmek, yaşanan travmanın üzerini kapatıp yeni bir hayatı kabul etmek ancak bir yolla mümkün olabilmiştir: O da kahramanın yeri geldiğinde kendi cesetini, yine kendi elleriyle toprağın en derinine defnetmesidir.
İlkel bir güdü olarak idin temsili Jason Woodrue ise; egonun da sembolizmi Swamp Thing tarafından gerçekleştirilmektedir. Tabiat her ne kadar insana karşı silahlanmış olsa da çizgi romanın ikinci cildinde de belirtildiği gibi; “Dünya tarihine baktığımızda, yeryüzünün zor zamanlarda kendisi için doğal bir fedai yarattığını görürürüz.” Yaşamın bir dikotomi üzerine kurulu olması doğanın kendi sistematiğinde de bilhassa geçerlidir. Doğanın kendini yok etmesi de tekrar var oluş sürecine girmesi de birbirinden bağımsız olamayan bütünsel bir süreçtir. İnsanın birey olma aşamasına doğru kat ettiği basamaklar da sürekli yok olma ve var olma prosesi ile harmanlanmıştır. Bu bağlamda Swamp Thing, basit bir çizgi romandan öte gerçek bir hayatta kalma mücadelesidir. Bugün söz konusu mücadele, hem insanoğlunun ama en çok tabiatın savaşımının bir resmidir. Hayatta kalmak ve yeniden çiçeklenmek ciddi bir mücadelenin sonucudur. Girilmesi gereken kapı da aşağıdaki çizimde açık ve net bir şekilde okuyucunun takdirine sunulmuştur:
Kapanışı birinci ciltten Lizabeth Tremayne’nin şu repliğiyle gerçekleştirmek, bu yazının karakterine düşen en uygun gerçeği de suratlarımıza çarpacaktır sanıyorum:
“Tek ortak yanımız hayatlarımızdaki dehşet, Dennis. O kadar. Bizi yan yana getiren şey bu.”
Kaynak Metin: Moore, Alan (2020) Swamp Thing Efsanesi: 1.Cilt, İstanbul: İthaki
Moore, Alan (2021) Swamp Thing Efsanesi: 2.Cilt, İstanbul: İthaki